Uzun süredir yoktum. Savrulmuştum. Kelimelere düşmandım. Kitaplara garezim vardı. Ne şiir, roman okumak ne de yazı yazmak fayda vermiyordu yorgun ruhuma. Bilir beni tanıyanlar göçebenin tekiyimdir. İlk zamanlar kitaplar evimdi sonra yazı yazabileceğim, bir cümle de olsa karalayabileceğim kağıt parçaları evim oldu. İnsan bu, doğar sonra yürümeye başlar sonra konuşmaya sonra da susar. Sustururlar çünkü. Ben de beni susturduklarında yazmakla attım öfkemi. Yazarak boşalttım içime attıklarımı. Sonra küstüm her şeye. Anladım. Ne kitaplar yuvam olabilirdi ne de yazmak yorgun ruhuma şifa olabilirdi.


Ben de insanların arasına daldım. Hesapsızca, sorgulamadan. Dinledim herkesi. Anlattılar, anlattılar, anlattılar. Hiç sıkılmadan, bana ne senin derdinden diye içimden bir kere bile geçirmeden dinledim herkesi. Kim çıktıysa karşıma tanımaya çalıştım. Kalplerini, ruhlarını görmek istedim. İnanmak istedim o kitaplarda anlatılan iyi kalpli güzel insanlara. Sevginin insana iyi geldiğini görmek istedim. İnsanları olduğu gibi sevmeye ve onların da beni ben olduğum için sevmesini isteyerek uzun süre dolaştım insanların arasında. Gördüm ki insanlara kendini açtığın kadar onların seni sevmesini istiyorsun ama doğru değilmiş bu. İnsanlar uzaktan senin o gizemine kapılıp seni bilmece gibi çözmek istiyorlar ilk başlarda. Seni tanımaya başladıkları ilk sıralar bu gizemli tavrın içinde yatan gerçekleri görmek onları çok mutlu ediyor. Sanki hiçbir kralın alamadığı o kaleyi fethetmiş gibi hissediyorlar ama işler ilerledikçe ve seni tamamen tanıyınca senin o gizemin uçup gidiyor, çekici gelmiyorsun onlara bundan dolayı da sana veda edip başka ülkeler fethetmeye başka kaleleri yıkmaya gidiyorlar. Dostoyevski abimiz yine doğruyu söylemiş. “Kimse, seni sen olduğun için sevmeyecek; herkes seni, seni sevmenin onlara ne kadar yakışacağını düşündüğü için, yani kendileri için sevecek. Ve bu da demek oluyor ki insan böyle yaparak yine kendini sevecek. Sen hiç sevilmemiş olacaksın hikâyenin sonunda.” İnsan ilişkilerini mahvettik. İki insan karşılıklı olarak normal bir şekilde konuşmak yerine sanki satranç oynuyormuşuz gibi hareket ediyoruz. Hepimizin korkunç hamleleri çok fena taktikleri var. Ben tehlikeli oyunlardan bıktım. Boğuldum. Yetsin artık bu saçma oyun.


Göçebelerin bir yurdu olmazmış. Göçebe evi olsun istemezmiş. Geç anladım. Sonunda bana bunu kabul ettirdiniz. Pes ediyorum. Canım insanlar keşke insanlığımızı yok etmeseydik. Evim diye gördüğüm tüm kalplerden özür dilerim. Sırtımda kitaplarım, elimde eski bir defter, parmaklarımda mürekkep izleri... Yürüyorum. Bir göçebe olarak sesimi duyan diğer göçebelere selam olsun.