Günlük edebi bir arayışa girmişiz. Hangimizin sorusu cevaplandı bilmeden, üstü üstüne yağdırmışız soruları su misali. Çoğu havada kaldı halbuki. Birkaç ömre sığmayacağı az sayıda yılda yaşamışız. Belki de bitecek diye korktuğumuzdandır. Kim bilir? Aslında ben bilirim. Yine de sen bilirsin. Bizden başkası değil.


Şimdi ucuna bucağına aldırmadan memleketin, uzaklığını bilmeden mesafenin ve aldırmadan.. Belki bizim olmayacak bir yarını heyecanla çizerek. Belki hiç göremeyecek olsak bile birbirimizi, yarın görecekmiş umuduyla yeşererek. Sonra bir kıvılcımın peşinden giden yüreklerimizin saklıda kalma çabası. Aslında saklansa da hep bilinen. Herkesin bilmediği. Bilemediği.


Daha az sözcük ile daha çok şey anlatabilirdim. Ben uzun uzun yazmayı seçtim. İlk sana uzun uzun yazdım çünkü. Sen yaz dedin. Ondan beri yazdım. Okuyor musun, okuyacak mısın bile demeden. Düşünmeden. Artık başka yerlerde olmak diye bir şey olmadığından. Artık herkesin aynı yerde ama kimsenin yan yana olmadığını bildiğimizden.


Sonra sesini unuttum. Aslında duysam hemen hatırlarım. Sadece bunun için çokça sesler dinledim. Kıyısından geçemediler yüreğimdekilerin. yazdım yazdım sildim. bir sözcük öncesinde kalamadım hayatın. İki kez yazdım, üç kez.. bin kez. bir kerede sildim. Adı konmamış edebi bir eserin orta yerine bıraktım seni. Gelip alsın öykünün kahramanı diye. Gel dedin. Gelemedim.


Artık daha uzun yazıyorum. Uzadıkça anlatamadığımda. Belki anlatmak istemiyorum. Bu yüzdendir aynı sözcüklerle yatıp kalkmam. Kim bili? Aslında ben bilirim yine de sen bilirsin...