Gecenin laciverdinin kırılıp gri maviye döndüğü vakit kendi nefesimle uyandım. İç çekişim arasında bir kelime vardı anlamsız. Vakos, vikas… Beynim nereden ürettiyse artık. Acı bir tadıyla dikildi karşıma yalnız. Karnımda yumru yumru uykudan öncesinde yaşananlar… Kelimeden bir de uykudan zımpara kağıdına dönmüş boğazımla kalktım.
Bedeni öteki odada, kapının ardında. Daha demin o ve bedeni odada, buradaydı. Şimdi bedeni yatağın üstünde o yok. Daha demin nefesi ciğerindeydi. Şimdi sıcaklığı uzaktan dahi uzakta. Göçte.
Kapımın karşısında kapısı vardı. Beyaza boyadığımız kapı. Boyarken güldüğümüz kapı. Bana bir kez olsun kapanmayan kapı. Bu kapı kapalıydı. Bir ışık süzülüyordu bulduğu yerden. Hiç bensiz yatmamıştı bedenlerimiz birbirine kavuştuğundan düne değin. Korkardı yalnızlıktan. Karanlıktan korktuğu kadar. O yüzden ışığı açık bırakmış olmalıydı. Bir korkuyu diğerine katmamak için açık bıraktığı ışığı görünce kalbimin buzu eridi aktı . Yeşil bir kuzu geçti yüreğimin ortasından. Onu kirpiğinin dinlendiği yanağına dokunarak uyandırmak teni tenimdeyken sesimden ziyade sıcaklığımla uykudan çekmek istedim. Benimle uyandığı tüm sabahlar gibi. Sonra özür dilemek üstüne durmadan. Affedilesiye kadar. Bunların hepsi çağladı zihnimde. Kendimi güç bela dizginledim. Yavaşça açtım kapıyı. Yatağın üstünde bedeni… Ak çarşafları kana bulanmış, yeri kan almış o solgun yatıyordu. Yanına koştum bilmeden nefesi için kalbinin tıkırtısı için göğsüne dayadım kulağımı. İkisi de yerinde yoktu.
Sabaha onun sesiyle uyanma şansı yok. Bir dahaki mayıs kahkahalarla gülmeyecek. Şu geçen kasım gibi mesela burnu kızarıp öksürdükçe kıştan şikayet edemeyecek o kıştan. Şarap kelimeleri tökezletmeyecek haftaya.
Telefon etmek için attım kendimi odadan. Bir yardım için … İşe yaramayacağını biliyordum da durduramadım kendimi. Kırmızı, ak ve ten grisi… Karışırken bu renkler birbirine bir şimşekte beynime inmek için ne dediğimi bilmeden cankurtaranı çağırdım. Tekrar yanına vardım. Vardım dedim ya birden zemini eski evler gibi fayans kaplı, nasıl da nefret ederdi, koridorlar kilometrelere eriştiğinden. Hatta ışık yolu olduğundan. Canının aktığı bileğini kavradım. Onu gitmekten alıkoyayım diye. Çöküverdim yanına.
Sesin , kahkahanın , şikayetin ona ait ona dair kelimelerin yokluğu… İnanmak buna güç tanrıya inanmaktan. Ayın yarılmasından, kanın şarabından, yılanlı asalardan, tanrıların nefesinden, perilerin şarkısından, ruhların kıyamından bahset bana zira hepsi umarsızca daha gerçek. Gerçekler onlar, gerçektiler. Gelecekte yerini almış bekleyen şu an etimi kanırtan ona dair olanaksızlıklar ise deli saçması. Olanaksızlıklar ki bir karardan olma o andan dile getirilmeyecek andan doğma. Olanaksızlıklar kaza kurşunu çocuklar. İstemez, istemez bu çocukları. Dinmez, arsız çığlıklarıyla defolsunlar. Ben zaten çocukları hiç sevmedim.
Gelmediler. Ben bekledim ne kadar zaman olduğunu bilmeden eli elimde elim bileğinde. Canı gitmiş yatıyordu diğer eli ise bir yumruktu. Ölümden korkup son kez mi yumruğunu göstermişti ? Kirpikleri hayalimdeki gibi yanağında ebedi dinlenecek. Çürüyene kadar dinlenecek. Saçları yayılmış uykudayken sevdiğim , uyanıkken aşkına düştüğüm saçları. Üzerinde benim onunla son kavgamda giydikleri vardı. Kavganın son oluşu büyüdü büyüdü yutamadım ben. Son kelimesi ne yakıcıydı. Üç harfe yenildim ben.
Az sonra bedeni alacaklar. Saçları solgun tenine daha şimdiden nasıl olduysa çökük avurtlarına, ölüm buradan mı giriyor bedene ,rağmen ışıklı. Canı orada saçlarında sanki. Alacaklar bedeni. Onun gibi olan o olmayan yalnız saçı ışıklı kabuğu. Alacaklar götürecekler. Alacaklar yıkayacaklar. Alacaklar gömecekler.
Gelmemişlerdi hala. Bıraktım elini. Önemi yoktu ben daha saatler öncesinden elini bırakmıştım. Duvarlar bin bir zahmet şehirden süzülmüş ışığın tırmanışıyla gri beyazdı. Gök ise benim aksime maviye yol alıyordu. Oturdum yatağının karşısında yüzüne bakan kahverengi koltuğa. Ayakları çizik çizik ne olduğu belirsiz bir ahşaptan, ancak kendi kendine oturacak bu koltuğa. Yine tartışmıştım onunla bu emekli olmaktan gayrı dileği olmayan zavallı koltuğu orada sokakta bırakmadığı için. Alttan almıştı mızıldanmama rağmen. Biliyor muydu onun yüzüne bu koltuktan bakacağımı? Bilip de mi almıştı?
Ağlayacağım, ağlamayacağım. Severdik birbirimizi. Severdik ya. Sever miydik? Sevmez miydik? Yutulacak lokma değil kalbimin kazanında pişen. Yüreği dişliyor tüm cevaplar. Seviyorduysak eğer mesela cevap oysa beni neden bırakıp gitti bir kavganın ortasında?
Ne kadar zaman geçmişti. Ne yapılır bu durumda kestirmek zordu. Oturup onu düşünecektim artık. Bir yerden başlamak lazımdı ömürlük meşgaleme. İnkar pelerini kendini atmıştı. Ben yalnızca onu düşünmekle onda kaybolabilecektim bundan sonra.
Soğuktaki onu .Nemdeki onu. Toprağa düşecek onu. Cemreyken ceset olacak onu. Toprağa karışacak onu. Bırakamayıp tefekkür edeceğim. Kara gözleri vardı. Çukura kaçacak. Siyaha düşecek. Teninde benim izim vardı. Eti çürüyecek. Sesi… İlkin seslerin yankısı zihinden göçecek.
Aynasına bakıyordum. Önünde ıvır zıvırıyla. O asla ıvır zıvır demezdi onlara. Ben ıvır zıvır deyince de bu sefer bana gelirdi azarlanma sırası.
Kızar mıydık birbirimize? Kızardık tabi! Kızamazdık veya. İlk başlarda biz bizim baharımızdayken mevsim de baharken ilkin ben kapardım şifayı. Un kavururken çorba için mutfak ışıl ışıl kokardı. Ben oturur onu izlerdim.. Kızardı. Öyle yarım ağız değil ha. Öfke ile önemseyerek. Geç gelirdi. Gecenin köründe. Koltukta uykum kirpiğimde onu beklerdim .Bu sefer ben kızardım. Gönülsüzce değil. Kalbimde onun endişesiyle. Kalbim eteklerimde. Şimdi kalksa, kalsa benimle. Kızsak birbirimize. Ne diye oturdun dese. Ne diye kalbinin yangınını bana vermedin seni yakmadan önce desem. Sesim çatlasa, burnunun ucu titrese. Donayazıyorum . Ne zaman bıraktık biz birbirimize kızmayı?
Elden bir şey gelmiyordu. Zaman da en sonunda benimle oturdu koltukta sanırım. Sabahın körü hala. Uykulu boğukluk olacaktı sesimde. Çıkmıyordu ama. Etim kesilmişti .Omuzlarıma haber çökmüştü. Kara haber , acı haber başkalarına verilecek ilkin bana dillendirilecek. Sesim cankurtaranı aradığımda çıkmış, çağırmaktan başka işe yaramamıştı asla gelmeyecek yardımı. Bir gün evveli olsa uyandırmaktan korkum olurdu. O zaman sessizlik bulurdu anlamını. Yumruk biçimindeki eline gözüm takıldı yine. Yumruğun arasında buruşmuş kağıt…Gittim yine yanına kurtardım oradan kağıdı. Açtım. Okudum.
Aşık mıydık biz ki ? Aşıklar mıydık? Bunun cevabını biliyorum. Sormadan. Değildik. Ben körkütük aşıktım orası ayrı. Sense kardeşini, arkadaşlığını belki kalp çarpıntını buldun. Ben senin genç boynuna düşen bakışımda, köprücük kemiklerine hasretimde, parmaklarına ait kıskançlığımda kelimelerine dair kıvancımda yaşardım boyuna. Yarı sarhoş yarı suçlu yakalanacağımdan korkak gizlemeye çalışırdım her şeyimi. Gözün koparak gelse zamanın içinden katılaşsa tecrübeyle görürdün sevdamın leylek bacaklı beceriksizliğini.
“Bir tek seni sevdim. Görmedin beni. İhtimal de yok. Taşıyamıyorum seninle birlikte olan sensizliği”
O an ağladım. Sonunda gelen sirenler de benimle ağladı. Güne ermiş gök de… Ben acı sözlerime inat kelimesizliğimle kalakaldım.