Benim de Sokak Robotu diye bir hesabım var!" dedim çocukça bir heyecanla. Birkaç soru sordum. Sırf meraktan, cidden! O fotoğraflarda gülümseyip pembiş kalpler dağıtan, “Ay bir şeyler deniyorum ama umarım beğenirsiniz!” diye ışıltılar saçan minnoş aniden gitmiş, yerine bakışları bir firavunun cesedinden daha öIü bir kadın, kapitali ve kazancı tehdit altında dişi bir aslan gelmişti. Hayır, hata tamamen bende. “Şu yana ben de bir berber dükkanı açacağım da, acaba çok müşteri oluyor mu?” diye o sokağın tek berberine danışmak kadar aptalca bir hareketti.


“Açıkçası prosedürleri hiç bilmiyorum fakat başka sanatçılarla beraber bir şeyler yaratmak, üretmek çok hoşuma gidiyor.”

Sorduğum soruyu hiçbir yönüyle cevaplamayan, politik, bomboş bir cevap.


Şansımı zorlayıp, başka açılardan daha dolaylı bir soru sorsam da o da diğerleri gibi gayet de karın doyuran sıfır kalori, sıfır vitamin, sıfır mineralli bir samandı. Zombi bakışları sabit, çiğneyip durdu ağzında samanı. “Beni şu an kaybettin.” dedim içimden. Onun içi de bana, "Çok da s•kimdeydi." dedi ve birbirimize gülümseyerek teşekkür edip ayrıldık. Başkalarına rastladı, pıtırcık pozlar çektirmeye devam etti.


Oh olsun, iyi oldu bana! O övündüğüm özelliklerime ve mücadeleci ruhuma rağmen, "Ama çiçeklerin canı acır!" diye tarladan papatya toplayamayan beş yaşındaki çocuktum hala. Belli ki "özelliklerime" bir de "şeytani bir akıl" eklemem gerekiyor ki girişimcilik yolunda böyle ara ara sırtı sıvazlanıp, poposu pışpışlanıp bakkala gönderilmeyeyim artık.


Durup durup o yöne bakıp düşündükçe, yürüyüp ortamdan uzaklaştıkça daha da sinirlendim.


Dönüp, tüm o çiçek tarlasını biçip, her yere beton döküp habitatlarının tam ortasına alışveriş merkezi dikmek istiyordum! Hani “Zenginler işte böyle zengin oluyor.” klişesi vardı ya, galiba girişimcilik için de geçerliydi bu:


“Aynı sektördeyse katli vaciptir!”