Şu kapısı aralık duran dünyanın benim öyküsü kısa olanı

Benim parlayan gözlerle hüznünü aniden ve soğumuş dudaklarla öpen baba evinde

Yığınla mahcubiyet bırakıyorum şimdi bu aralık duran kapının eşiğine

Yarım kalmış cümleler, anlamlandıramadığım kelimeler.


Bir ses duyuyorum 

Bir fısıltı, bir inilti

Dişlerim arasına sıkışmış kelimeciklerle boğazımın her düğümünde yeniden boğuluyorum

İsyan desem değil; serzeniş belki akan zamana, geciken hayata.


Bakmadım gözlerine 

Duymadım seslerini

Kaçarken kalabalıktan yani kendimi kevgire benzetirken o hoyrat gürültülerde sen gülerdin

Bir hayat vadederdin

Gençtin, güzeldin, gecikmezdin

Şimdi ben senin ardından birkaç dizeye tutunuyorum

"Artık bu yaşa erdirdin beni, anladım

Gençken almadın canımı, bildim"*


Annemi oydular, bir fotoğraftan değil aşkla yanan bir hayatın göbeğinden

İnatla, hırsla, kahırla

Erdim bin yaşıma annem hâlâ dokuzunda çocuk 

İçimiz dışımızdan kara

Bir memleket diledik o gece

Yaşasın dedik yaşasın vadedilen cennetler

Başka nemiz var Abdullah?


Gölgesi yok dünyanın, kahrından ötesi yalan olur

Bir can borçlusun bana 

Bir hayat, bir ömür

Şimdi ben senden çalarak ve sana benzeyerek yarım kalmışlığımı onaracağım

Sen ise beni oyacaksın aşkla yanan bir hayatın göbeğinden.



*İsmet Özel - Münacaat