Uyandım sorma, yürüdüm taş duvar aynı, patika yol aynı, bacalar aynı tütüyor burada. Kan görüyor, yolum beni görmüyor, beni görmüyor, beni görmüyorsun. Öyleyse ben de seni görmüyorum günde üç kez. Seni duymuyorum bu defa, bakmıyorum gördüğüm haline, ilişmiyorum ahvalin nasıl diye sormaya, bir yolunu bulursun iyi olmanın ve görülmenin ne de olsa.
Uyandım sorma, sendin kalk diyen, kalk gideceğiz buradan. Sensin bomboş geçen içi yaldızsız bir günde, sendin renklerin solduğu, üstümüze yıkıldığı alemin. Sendin tam da kış, sendin nasıl öldüğünü bilmediğim beden, sendin yüzü ak, göğsü mor bir kabileden gelen benim için. İşte yüzüm burada. Bugün aynı gün, saat aynı saat, aynı yerde bekleyeceğim ölümü alnımda zerre şüphe bulunmadan. Dirileceğinden emin olarak, yine aynı iman. Ve aynı amentü ne de olsa.
Uyandım sorma, göğüs kafesimde aynı rezonans, aynı takvime bakıyorum. Aynı fotoğrafında sen narlar topluyorsun orada. Gülümsediğin bir başkasında, sonra yemek yediğin, sonra beni görmediğin bir günde olduğunu bildiğim bir fotoğrafın daha var, nerede olduğunu hiç bilmediğim. Görmediğim bir şehirdeydin, şimdi de aynı yerdesin hiç bilmediğim. Gelinmeyecek bir yerde misin, halinden anlamam mı sanırsın, seni unuttum mu bilirsin beni. Yine aynı düşünde, yine aynı kişi olarak ben yine aynı unutmadım seni. Havayı taradığın ellerin, seni anmak için bir çiçek, öyleyse yetecek mi özlemek, dinecek mi feleğin içinde seni koklayan bir annenin özlemi. Bir babanın kaygısı senin için. Hepimiz için uzak bir yerdesin.
Uyandım sorma, sen de uyan. Silkinip üzerinden toprağı at. Seni çağırıyorum tufanlarımla. Yık duvarlarını o mahzenin, kır kilitlerini işte prangalar. İşte dövülecek şey, işte hasretin. İşte bir daha hiç bulaşmayacağımız şiir illeti. Uyandım sorma, sonuna kadar vardırdık mühleti. At üstünde bir ölü, yerde yatan bir diri boylu boyunca. Dört nala ölüyor sokaklar boyunca, atı ve matemden miğferi. Kollarında sarmaşıklardan bir taç, alnında bir yıldız, bir siraç. Ölmek böyle güzel görülmemeli.
Uyandım sonra. Ebedi uykum mu, damarlarım mı terkeden beni ilk. Saçlarım bir ormanda yol kaybettirecek sana. Söylemeyişlerin bize kaybettirdiği ne varsa, dilim emrine amadedir. Çekilmiş sular, serencemedir. Titriyor alem korkudan mı nedir? Yıkıp duruyor evlerimi. Altında kalıyorum hanelerin, harabelerin sesi oluyorum. Sen gölgemin gölgesi. Mahfiyane izliyorsun beni biliyorum, ben de seni izliyorum sen görmeden. Sen duymadan söylüyorum seni. Çünkü seni geri vermeyecekler biliyorum. Biliyorum getirmeyecekler geri. Çıkmayacaksın o evlerden, taş üstünde taş baş üstünde baş koymasam da yok, tüm zerreleri soluyarak bitirsem de yok. Unufak olmuş ellerin. Öyleyse tozun diri. Öyleyse ciğerlerime dolar gibi boğ beni. İşte şimdi işin rengi, değişiyor dedim.
Uyandım sonra. Ve dedim ki şükür bu bir rüya. Şükür bir hayalde boğuldu sinirlerim. Harpteyim, tüfengim kollarımda iyi, harpteyim ve düştüğüm hendeklerdeyim, harpteyim ve vuruldum şimdi. Harpteyim ve öldüm, bir harbin en iyi yanı ölmek mi derdin. Sen olsan kalmak derdin düşünmeden. Ben seni yerine de söyleyeceğim. Kalmak değil. Kalkmak değil bazen düştüğün yerde kalmak da iyi. Bazen de hedef orası belki. Sorma, uyandım ve bir aynayı içiyor gibi gördüm alemi. Eridi ve bitti dizlerimde alem. Döküldü dünyanın dizginleri. Hiçlik kaldı geriye, rahvan giden atıyla bir ölü, takvim sayan bir kadın ama diri. Gırtlakta bir patlama şimdi, yok diyor biri. Hiçbir yerde yok. Bulamıyoruz onu, gelmiyor sesi. Öyleyse bu akan kan mı? Öyleyse beklemeyi bırakmak mı? Öyleyse soldu gitti, öyleyse kesildi nefesim uyan, var mı?
Öyleyse hep bi ağızdan,
sesimi duyan var mı?