Saatlerce sustum tek kelime etmeden, ağzımı açsam kelimeler dilimi parçalamadan ulaşamayacaktı kulaklarına. İçimde biriktirdiğim bunca hınç, bunca öfke dilimden çıkmıyor ama gözlerimden dışarıya vuruyordu.
Anlamsız kelimeler savurmaya başladığımın farkındaydım çünkü ne söylesem eksik kalıyor, ne söylesem tarifi mümkün değildi hissettiklerimin. Anlatmaya çalışsam da anlamak istemeyişinin farkındalığı ile kıvranıyordum. Söylemiyordun fakat hissettiriyordun söyleyemediklerini.
Dönüp baktım kapı yarımdı, çekip gitmek istedim. Sonra bu koca dünyadan daha büyük olduğunu fark ettim o küçücük odanın. İçine umutlarım, hasretim, acım, sevgim, savaşım, barışım, sevişim, kızışım bile sığmıştı. Bu dünyaya sığdıramazken tüm bunları, tek göz odaya sığdırmıştım istemeden.
Bardakta soğuyan çaya üzülerek bakarken içinin ondan da soğuk oluşu yerle bir ediyordu beni. Halledilebilecek şeylerin senin tarafından göz ardı edilişine katlanamıyordum ama vazgeçemiyordum da bundan. Yere düşen toz tanelerinden bir farkım yoktu artık, üzerime basıp geçmiştin çoktan.
Yine de çığlık çığlığa susarken ben, duy istedim.
Duymadın.