Kızıl olan, değerlidir sizin orada.
Ahh
Aptal
Kızıla boyadım çimenleri,
Tam şu kara çalıların arasında.
Altın sarısı,
Neye bulaşırsa,
Aşıksın sen ona.
Bak!
Bak fırçama!
Altın sarısına boyadım,
Kıs kıs gülerim şimdi,
Dur
Hemde o tekme attığın taşları.
Aşk diyorlar,
Dürüstlük,
Mertlik
Say say bitmez,
Akılsız yavrucağım.
Senin ak dediğini,
Yıllar evvel,
Boyadı dedem benim,
Nasıl da ak pak dimi?
Senin o sarılıp uyuduğun,
Aşk var ya
Aga bunga!
Öyle derdi,
Bilmem kaç asır önce,
Dedemler.
Dürüstlüğe gelince,
Cebinde ki silahı kullanmamak,
Sana ateş edeni,
Vurmamak.
Ya neden sandın?
En çok yalanı seven,
İster dürüstlüğü senden
Dur.
Fazla kırışık zaman,
Gel evlat,
Dinleme.
Yıllar büyütür sanarsın,
Yok öyle değil,
Fazla büyüyen,
Küçülmeye başlar,
Bitti, gitti.
Sözcükler aynı,
İçini, bilmem kaç yüzyıl önce,
Bilmem neyle doldurmuşlardı,
Bitti! Gitti!
Bir kova düşün işte,
Ben su doldurdum,
Yıllar evvel içine,
Canın istemiş,
Sen doldurmuşsun,
Sarı kehribar reçine.
Fazla kırışık zaman,
Öyle bir yere doğmuşum ki,
Tüm kovalar dolu,
Her birini tutuşturdular elime,
Kızılı sevmeye,
Doğduğunda mı başladın insan?
Altını nereden bilsin,
Ağzı süt kokan bebek,
Küfre aşk der bizimkisi,
Küfrü gülden mi öğrendi,
Bizim küçük evlat?
Doğduğunda insan,
Anadan üryan,
Gülmeyi bilir,
Bir de ağlardı ulan!
Neyse işte evlat,
Uzun lafın kısası,
Zaman çok kırışık,
Şeytanın zehri,
Öğretti sana bana küfrü,
Yoksa ben ne bilirdim,
İhaneti, öfkeyi,
Bana,
Benden bir öteki verdi bunları,
Ya sana? Sana da senden bir öteki
Uzun lafın kısası,
Dutluk değildi hep buralar,
Beyaz bile yoktu burada,
Ne ak ne kara,
İşte biri ak dedi,
Öteki tutturdu, kara diye,
Kara!
Onlar girdi mezara,
Kimisi yandı kül oldu,
İşte yavrum,
Sen, ben, biz,
Bilmem kaç yüzyıl geçti,
Soruyoruz hala,
Hangisi ak, hangisi kara?