Şimdi üstüne bir çarşaf gerilmiş, kurşun dökecekler. Halının üstünde oturuyor, başındaki koca karıların konuşmalarına kulak vermiyor. Zaten dünden beri aynı şeyleri söylüyorlar, bir nazardır gidiyor, yıldızın çok düşük kız senin dendi, annesinin Allah inancı da zayıf, demesi de cabası, e tamammm, bir kurşun döktük mü kendine gelir neriman sen kaygılanma. Birbirlerini de gaza getirdiler bak.


Oysa inanıyordu. Sarsılan ama yine de yerini bulan bir inanç. Unutulan ve bazen isyan edilen ama gene de sığınılan bir inanç.


Anne, dedi, üzerliği odamda yakman da işe yaramamıştı, bu da yaramayacak.


Yine de üstüne gerilmişti işte çarşaf, işte kurşun, işte kaynar su, korkarak kurşunun dökülmesini bekliyor.


Bu çarşafın altında onu kimse görmüyor, gözlerini kapatıyor, çarşafın altında bir düşten çıkıp gelen ve unutmadığı bir beden onun üstüne eğiliyor. Elleri karıncalanıyor, ona uzanma dürtüsü, dokunma arzusu parmak uçlarını yakıyor.


Hayır, arzu değil, kaynar su onun eline damlamış, gülerek yaktınız beni diyor.


Gülay abla az dikkat etsene, kızımı yakarsan ben de o kaynar suyu başından aşağı dökerim ha, diyor annesi. Gülay abla yıllardır bu işi yapıyor, hiçbir şey olmaz diyor, Zeynep abla.


Oysa inanıyor, çünkü ona verilen bu kalbin içine doldurduğu çirkinlikle karışık aşk onu öldürürken ulaşabileceği tek şeyin kuvvetli bir iman olacağını düşünüyor. Gerçek ya da değil, bir türlü ona ulaşamıyor.


Kaynar suyun sesini duyuyor, bundan sonra da yataktan çıkmazsa annesi onu okutmaya götürecek, biliyor. O yüzden ne kadar çabuk bundan kurtulabilirse o kadar iyi.


Ama nasıl kurtulacak? Orada, hep ulaşabileceği kadar yakın. Hep adını duyacağı kadar insanların dilinde. Onun için her şeyi yitirebileceğini, gözünü kırpmadan bildiği her şeyden vazgeçebileceğini inkar edemez. Ve her an harcanabileceğini biliyor, bu yüzden kurtulmak zorunda.

Ama nasıl kurtulacak? Gündüz değilse gece rüyalarında, gerçekte değilse bir çarşafın altında hayali.


Gözünü kapatıyor, hala üstüne eğilmiş halde kurtulunması gereken. Gülümsemiyor bile gülüyor, sanki maviliklerden gelmiş. Yine de engel olunamazca gittikçe grileşiyor silüeti, kanını ve etini yitiriyor, mermerleşiyor sanki, insanlığın kusurundan arınmış, bir büst gibi. Önce gülüşü yavaşça tebessüme dönüyor, en sonunda da gülümsemesi siliniyor. Duygudan yoksun, beceriksiz bir heykeltıraşın elinden çıkmış da heykeltıraş ona duygu işlemeyi unutmuş, mermerin kusuru şimdi onun yüzünde. Dokunuyor, buz gibi mermere onun ateşten parmakları değdiği gibi heykel paramparça oluyor.

Gözlerini açıyor.

Çarşafı üstünden çekip bitti, dediler, kurtuldun.


Parmaklarının ucunda beyaz beyaz tozlar.

Nasıl kurtulacak?

Artık bir parçası onunla, nasıl kurtulacak?