"Seninle bir daha hiç karşılaşmayacağımın korkusu, içimde büyüyor..."
Ben Derya. 30 yaşında, herkes gibi, standart bir hayatta kalma çabası olan, olmak istediği kişi olamamış, "normal" dışında, düzensiz, dağınık hayatıyla ortada, sürekli kendi içinde konuşan bir paronayak. Aslında, ben nasıl dönüştüm böyle birine ifade edecek gücüm yok artık ve anlayacağınız o ki, dikiş tutturamamış yenilmişin biriyim...
Derya: Pardon. Daldım bir an. Sık sık oluyor bana. "Not" diyordum değil mi? Aklım bazen gidip geliyor da, kusuruma bakmayın lütfen. Size temizlik hakkında bir şeyler söyleyeceğim, dinlerseniz beni mutlu olurum. Ya da siz bilirsiniz canım:)
Derya: Aslında biraz stres atacak, kafamı düşünmekten alıkoyacak ve tozları, bir güzel silecektim odadan. Ne diye çıktı karşıma ki bu not. Temizlik fikri de geçenlerde bir sosyal medya fenomeninden görüp kapıldım. Bir de ben yapayım dedim. Diyor ki fenomenimiz, neymiş işte, yok temizlik yapınca insanın stresi bitiyormuş da, dert, tasa hiçbir şey kalmıyormuş da, bir sürü muş, muş vs...
Bir de ben deneyeyim bakalım dedim. Buna inandığıma sesli gülüyorum da çaktırmıyorum aslında. Neyse, madem giriştim bu temizliğe, bari bu küçük ama içine onca anıyı sığdırdığım, gittiğim, döndüğüm, terk ettiğim, duvar boyasını her sene başka bir renge boyadığım, ona bir türlü şekil veremediğim bu odayı, bir bahar temizliğiyle düzelteyim. Uzun zamandır uğramadığım bu odaya, yapacağım yolculuk öncesi son bir kez şekil vermeye çalışıp veda edeceğim, başka bir kış tekrar dönene kadar...
Derya: Önce bir güzel sirkeli ılık su. İçine de biraz bulaşık deterjanı. Sirkeli su neyse de, annem görse bulaşık deterjanıyla temizlik yapacağımı, böyle temizliğe güler geçer. Keşke gülseydi; ancak annem de hiç gülmüyor bu aralar.
İç sesim: Soru sormayı bırak ta temizliğe başla artık!
Derya: Elbette bir şarkı olmalı. Önce Melike Şahin ile başlasın liste. Olmazsa olmazı şarkılarımın. Ee ne de olsa, "hak etmişim her milimini bu dik duruşun" ben de kendi çapımda hayatta ve yaşadıklarımdan, geriye bıraktıklarımdan. Yani, eğri duran hayatıma da iyi kılıf oldu ayrıca bu şarkı. Amann! neyse diyorum. Temizle gitsin herşeyi, netice de herşey bir toz değil mi canım. Biz de toz zerresiyiz ve siler geçer hayat bir gün bizi de bu yeryüzünden.
İç sesim: Yapma işte böyle! Temizlik yap dedim. İçinden konuşup oraya, buraya laf yetiştirmesen olmaz yani. Kızıyorum sana ve bu huyuna. İlla bir cevabın olacak, öyle çok bilmiş bilmiş. Temizliğe devam et işte! Çıkmayan kirler, zorlu lekeler, kitaplara kapaklanmış tozları düşün. Hem, hala öğrenemediğin bu enstrümanlarla ne yapacaksın sen. Böyle süs diye atmışsın dolapların üstüne."
Derya: Dolapların beyaz olmaması gerekirdi. Hiç sevmem eşyaların beyaz olmasını ve çok toz tutmuş bunlar. Neyse elim değmişken bir sirkeli su ile güzelce sileyim de tekrar beyaz gözüksünler bari.
Şu kitaplığın haline bak; sanki dağılmış pazar yeri gibi her biri bir yerlerde. Bir sürü kitap dışarıda kalmış, kitaplıktan dışlanmış gibi öylece bırakmışım. Yanlarında onlarca boş zarf. İnsan bu çağda neden zarf biriktirir ki zaten. Teknoloji var. Ara, mesaj at. Yok illa romantik ve eski kafa takılacağım. Ah şu inadım yok mu. Her kitap almaya gittiğimde, üç dört zarf ta yanına alıyorum. Eskiden çok mektup yazıyordum. Hatırlıyorum da ne kadar psikopat bir duysalmışım. Her gün bir mektup. Her gün kendimi bu havalara sokmam. Yazık ya. Ne yapmışım böyle."
İç sesim: Amann be Derya, temizle gitsin geçmişi de sirkeli suyla, rahat bırak kendini. Bu arada sirkeli su da iyiymiş hem. Doğal bir mikrop öldürücüymüş. Ben demedim vallahi, google diyor. Kokusu da güzel değil ama idare ediyor işte.
Derya: Küçük komodin de tamam, halılar da sirkelendi ve silindi. Sırada çantalar var. Her an bir yolculuğa çıkacak gibi bırakmışım. Allahtan elbiseleri bir güzel katlamışım da o kadar da dağınık durmuyor. Perdeler de fena gözükmüyor. Yine de bir çamaşıra atayım da şöyle güzel koksunlar. Çiçekler ölmüş. Tabi uzun zaman uğrayan olmayınca odaya. Olsun ama bu sene reyhan ekeceğim pencere kenarındaki saksılara. Hem öyle güzel kokuyor ki reyhan. Bunları da düzeltim işte. Küçük bir duvar saati, bir zaman beğenerek almıştım da; şimdi beğenmiyorum. Yanında da yaprakları kesilmemiş yepyeni bir takvim çarpıyor gözüme. Üstünde bir sürü özlü söz, yemek tarifi var:) haha kaldı mı böyle takvimler. Hem biz Şubattayız ve bu takvim geçen senede hala. Çok zengin tanıdıklarımızın kuyumcu dükkanından hediye gelmiş takvim. Üstündeki soyad belli ediyor. Bu zengin tanıdıklarımız da amma cimri yahu, insan takvim mi hediye eder hep. Hayırlarını da görmedim hiç. Kan bağı işte. Atsan atılmaz, satsan satılmaz, bu "aile" denilen kurum. Aman be Derya, geç kızım bunları geç. Seni de kabul etmiyorlar zaten kimliğinle. Onların, seni yaralamasından iyidir uzak durmaları ve faydaları.
Derya: Kalemlerin güzelliği dikkatimi çekti şimdi de. Bir sürü renkli kalem. Ben neden kullanmıyorum ki bunları. Eskiden ne resimler çizerdim. Toplayıp mahalledi bir çocuğa mı versem acaba? Hatırlıyorum da şimdi; ailecek, resim öğretmeni olacağıma inandırmıştık kendimi. Ne oldu sonra, "idealist biri" olacam deyip, başımı bir sürü belaya soktum. Şimdi de altı ayda bir çalıştığım asgari kölelik işinden kendime pay biçiyorum. Üstelik o kadar teknikleştim ki. Eskiden, nasıl dolu dolu ve duygularım vardı hayata karşı. Hiç te sevmem patron, matron. Ya benim gibi sosyal düşünceleri olan biri nasıl bu hale geldi, aklım almıyor bazen. Orda burda, sigortasız işlerde, sırf hayatta kalmak için sus pus ettim tüm düşüncelerimi, duygularımı. Hayat işte...
İç sesim: Hayat diyerek sıyırma kendini! Yapamadın, beceremedin işte. Dikiş tutturamadın, el, etek öpüp, boyun eğip, hakim olamadın şu sivri diline. Şimdi sonuçlarına katlanıyorsun. Ne olurdu herkes gibi olsaydın yani. Onların istediği gibi biri olmayı!
Derya: Şey aslında "onurlu yaşamak" için bu çile.
İç sesim: Onurlu bir yaşam için ha! Onurlu yaşamanın kaç bucak olduğunu gösterdiler ya sana hayatınla, kirli ve yobaz düzenleriyle. Ne güzel resim öğretmeni olacaktın değil mi? Gelmiş burda, tozlanmış odada temizlik yaparak pişmanlıkların arasında. Görüyorsun işte Derya hanım! onurlu yaşamanın bedelini.
Ya sen yine ne diye girdin bu konulara! Ne güzel temizlik yapıyorsun işte. Stres, mobbing, kıçı kıytırık bir sansürcü, gecesinde iş nöbetleri, sabahında iş telaşları, kendini beğenmiş bir müdür yok. Hepsini silip attın hayatından. Hem nasıl da ferahladı için. Boşver canımm.
Derya: Haklısın da; keşke bunları atarken hayatımdan, daha güçlü olsaydım da bu kadar acıyı yaşatmalarına izin vermeseydim bana diyorum.
İç sesim: Amann be Derya, illa açtıracan ağzımı değil mi! Herkesin gücü yeten yetene anla artık işte! Herşey böyle işlemiyor mu buralarda; her sabah geçinmek için onca sömürüyü sindirip, her sabah bir evi inşa eden işçi gibi, yaptığının enkazı altında kalıyorsun bir gece, "iş cinayeti" haberleriyle. Bir de koymuşlar bir tabela; Neymiş iş güvenliği! Yersen tabi! Utanmak ta yok ki bunlarda! Candan ucuz ne var ki ülkede. Sana ölüm olan bu evin inşasında çaktığın bir civi dahi, senin hayatından daha pahalı olmuş buralarda bilmiyor musun kızım sen! Ne acı değil mi?
Yine durmadın söylendin. Dedik temizlik yap! Yok illa söyleneceksin. Beni de kendine benzettin bak. İçimi deşme dedim o kadar.
Madem öyle, düzelt o zaman bu dağınıklığı. Bir de bak kendi hayatına, bak hele, ne hale getirmişsin!
Neyse kaçayım biraz. Susayım biraz.
Derya: Tamam. Tamam. Susayım ben. Yerleri de bir güzel silip, süpüreyim. Biraz lavanta kokulu sprey sıkayım. Ohh, mis gibi koktu oda. Şimdi pencereleri de sildim mi ayna gibi, tamamdır. Hem bir evde pencerelerin temiz olması çok önemli, bahar gelecek yakında. Cemre düşecek, tohum kokusu geliyor sanki burnuma. Emektar üzüm bağı, dallarını uzatacak pencereden içeriye. Üzümler olacak. Hayat devam edecek. Kış geçecek sonra. Birbirine bu kadar zıt ama birbirini tamamlayan döngü içinde kalınca, aklıma hep Tezer geliyor. Ne de güzel söylemiş, "Her şey geçiyor. Hiçbir şey geçmese de."
Bu arada, odamda masa yok artık bunu unutmuşum bak. Zaten oturup ta birşey yazmıyorum, sadece kendi kendime konuşuyorum. "Söyleyecek sözüm değil, sanki sesim kalmamıştı" diyordu ya Aslı, aynı onun gibiyim son yıllarda. Neyse son bir işim kaldı. Bunu en sona sakladım. Çünkü burası önemli benim için. Şimdi her biri birbirinden habersiz, kopuk, farklı ama bir o kadar da güzel kitapların kapaklarını da sileyim de bir güzel gözüksünler. Eskiden ne çok okurdum onları. Hepsini bitirip sonra da böyle tozların içine terk etmişim ya çok nankörüm.
Başlayayım hemen. Kitaplara sirkeli su olmaz. Temiz kuru bir bezle sileyim de artık içi açılsın kitaplığın da odanın da. Ne güzel kitaplar birikmiş böyle bir arada. Mutlu oldum şuan. Geçmişe dair pişmanlık duymadığım tek şey galiba; kitap biriktirmek.
Lila rengi duvarları boyamaktan vazgeçtim bu sene. Gelecek kışa kadar artık. İşim bitti bitecek, sonra da bir kahve yapar, güzel güzel içerim, oturup müzik eşliğinde odanın yeni haline bakarım.
Tüm kitaplar da silindi sadece bir tane kaldı. Çok eskimiş bir kitap, kapağından belli. Kitap kokusu da ayrı bir güzel bu arada. Hay allah! bir şey düştü içinden. Çizgisiz katlanmış bir kağıt. İçinde yazılan şeyler var, kalemin mürekkebinden belli. Direk içine bıraksam tekrar kağıdı, kitabı karıştırmasam. Hem, ben herşeyi silmiştim ama; eski mektuplar, notlar, yazılar, geçmiş, acılar, hayalkırıklarına dair fotoğraflar... Bu nerden çıktı şimdi? Açmasam mı?
Yok bugün içim içimi kemirecek, açıp bakmasam şu kağıda.
Bezi bırakayım da şöyle.
Yavaş yavaş açıyorum kağıdı. Mürekkebi o kadar dağılmış ki. Kağıdın başında, "23.10.2014, İzmir" yazan bir yazı gözüküyor. İçime bir şey oldu şimdi. Niye böyle oldum. Devam etmesem mi? Yok yok, her neyse, artık bunu da silmem gerekir hayatımdan diğer "geçmişler" gibi.
Derin bir nefesle...
üstünde, "Seninle bir daha hiç karşılaşmayacağımın korkusu, içimde büyüyor..."
(Sessizlik)
İç sesim: "Deryaaa!
Kızım, sana söylüyorum susma öyle!
(Cevap yok)
İç sesim: Ah Derya! içimi deşme demiştim değil mi? İşte şimdi sıra ben de; Sirkeli su, kuru bir bez, lavanta kokusu, sterese ve tasaya iyi gelen temizlik...
Yok yok. Vallahi de yalan, billahi de inanmam. Her yeri bir güzel temizledin, şekil vermeye çalıştın, sildin, süpürdün de, şu geçmişin tozları, içine sinmiş be Derya. Öyle inatçı ki bu lekeler, hayalkırıkları; ne kadar silsen de, yaksan da, kaçsan da gelip seni buluyor işte.
Hadi bakalım, içinin darmadağınıklığına bir kez daha yenil. Bir kez daha ağla.
Temizlik bitti. Lavanta koku
yor oda, sirkeli sudan eser kalmadı, dert, tasa, acıtanlar aynı ama...