Bir hışımla kazdığım toprağa karışan eller kimindi? Peki ya aynaya baktığımda gördüğüm o ağlak surat?


Bir bilinmeze giderken cennet bahçelerine koşuyormuş edasında koşan kimdi? Peki ya, gerçeklerin savunmasız yüzüyle karşılaşıp aslında cehennemi yarattığına bir türlü ikna olmayan ve sahte bir bahçenin varlığına sığınan kimdi?


Bir acıyı kendine katıp yollar boyu ruhunu köle yapan kimdi? Öylesine söylenmiş mağrur sözlerin altında yatan korku... O da neydi? Seni kendime katıp dağları aşma isteğim geçici değildi ama oturup sonunu bütün hüznüyle izleyen kimdi?


Bir sayıklayışa geceleri adamış, titrek elleri ve kadim sevgileriyle beraber kalemiyle bir bütünlük kazanmış yazarlar neredeydi? Hepsi uçup gitmişti. Geride birkaç satıra kazınmış onlarca kâğıt yığını bırakarak. Peki o satırlara saatler boyu takılı kalıp kayıp parçalarını seninle tamamlamaya çalışan o kadın kimdi?


Bir uzağı uzakla tamamlayan, yokluğun içindeki var olan yokluğu tanımlayan o filozof ruh ne kadar yol katedebilmişti? Aklı hangi sorunun peşindeydi? Mantıkla duygunun ayrılması gereken bir yol ayrımı olduğunu ne zaman kabullenecekti?


Bir tesadüftü her şey, lakin istenilen bir tesadüf olduğunu kadere kim söylemişti? Karanlığa gömülü bir hayat istediğimi söylerken, beni güneş ışığına inandırıp birden yerin yedi katı altına gömer gibi ay ışığına iten güç neydi ve şimdi nerelerdeydi?