Tutturmuş cebine not defterini, kalemini baş koymuş imkansızın peşine. Soranlara "Göremeyeceksiniz" der geçer, gördüğü tüm çiçekleri sulardı. Yarınlar yokmuşçasına yaşayan tozların içinde, asırlar sonrasını planlardı. Köydekilere göre bir deli, Rüstem'e göre ise ölümsüzlüğü bulmaya çalışan biri. Yağmur yağınca herkes evine sığınırken o, Amanos'un ıssız ağaçlarına sığınırdı. Dağları adım adım dolaşır, özenle seçtiği bitkileri toplayıp sırt çantasına atardı.


Kimin nesi ve nereden geldiği bilinmezdi aslında, kimse umursamazdı da bunları. Yanaşmazdı kimse yanına, sormaz "Kimsin" diye. Soluk mavi gömleği, suratından kara yamalı bir pantolon. Sol elinde 67 model Meirer radyosu, sağ yanında boğuk bir çıngar. Yapışmıştı alnına deli damgası, karaydı zaten alın yazısı.


Radyosunu bırakırdı gece olunca ve uzanır yudum meyhanesinin oradaki ahlata, açar kollarını gökyüzüne, izlerdi sabaha kadar yıldızları. Her gece bir yıldıza isim verirdi, her gece o yıldızın ölüşünü izlerdi. Bir gece ansızın ahlatın oraya gittim. Sordum peşi peşine "Kimin nesisin Rüstem, neyin nesi bu dümdüz, gösterişsiz hayat? Neden bu ölümsüzlük sevdan?" Bir müddet ayıramadı gözlerini gökyüzünden. Sonra yavaşça kafasını çevirip:

-Bak bu yıldızın adı Sane.

-Ne yıldızı ne Sane'si abi?

-Bak, şurada diğerlerinden epey uzakta, güçlü ışığıyla parıldayan bir yıldız var. Elini uzatsan dokunabileceğin, ama binlerce ışık yolu uzağımızda olan o yıldızın adı Sane.

-Niye isim veriyorsun?

-Bu yıldıza bakıyoruz ama o binlerce ışık yolu uzağımızda olduğu için kim bilir belki de süpernova dediğimiz olgu çoktan gerçekleşmiştir ve biz henüz göremiyoruzdur. Ben ise onun hala "ışığını" görebildiğimiz süre içerisinde o yıldızı onurlandırmak istiyorum.

O gece bana yıldızlara dair okuduğu bilgilerini paylaştı. Köyün yukarı taraflarında harabe gibi bir yerde yaşıyormuş. Evinde bulunan kitaplardan bu bilgileri öğrenmiş. Ve yine o gece çağın çok ötesinde bir adam olduğuna inandım. Ertesi akşam buluşmak üzere sözleşip vedalaştık.


Ertesi gün içecek bir şeyler alıp ahlatın oraya gittim. Rüstem'i yine aynı yerde buldum fakat bir hayli keyifsiz ve durgundu. Dayanamayıp "Noldu abi" diye sordum. Leman deyip başladı sözlerine ve uzun bir süre boyunca Leman'ı anlattı, susmadan. Ölümsüzlüğü bulabilsin ki daha fazla sevebilsin Leman'ı. Bu denli severdi Leman'ı, bu yüzdendi bunca uğraşı. Her gecenin bir günahı vardı, her gün doğumunun da bir masumluğu. Her gece Leman'ı yâd eder, her sabah Leman'ı düşlerdi. İçkinin verdiği boşboğazlıkla beraber beklemediği soruyu sordum ona:

-Ya sen bulamadan Leman ölürse?

Düştü suratı yavaşça. Kaldı dakikalarca ayazda.

Kaldırdı kafasını gökyüzüne.

-Bir yıldıza Leman diğerine Rüstem derim, Leman'ın peşinden giderim.


Her şeyi dediğim o gece "dur be oğlum" diyemedim. Nedendir bilinmez dilim varmadı söylemeye. Yürek burkan kısım ise, Leman'ın bundan haberi bile yokmuş. Sevildiğini bile bilmiyor. Rüstem her şeyi titizlikle ayarlamıştı.

Ölümü dışında.

Hesaba katmadığı şey Leman'ın ölümüydü...


Devam etti sözlerine:

-Bulacağım, Leman son nefesini vermeden. İşte al, ölümsüzlük diyeceğim ona.


Azmine hayran kaldım. Aldırmazdı Yudum meyhanesindeki nidalara, ansızın bağırırdı "Yeneceğim seni ölüm" diye. Gezerdi rüyalarda. O gece ikimiz de sızıp kaldık. Sabah uyandığımızda ise Rüstem hayli bir heyecanlı surat ifadesiyle Amanos'a çıkacağını söyledi. Onu uğurlayıp eve döndüm.


Gece olunca sabahki Rüstem gider, bambaşka bir adam gelir. Soğuk suratı çıplak bir taş misali, gözleri kan çanağı, yorgunluktan titreyen iki ayak ve hayattan bezmiş bir ruh hali. Gece onun için ıstırap verici de olsa, yıldızlar bir kaçıştı. Çok ironik bir adamdı. Leman için ölümsüzlüğü bulmak isterken, Leman'sız dünyada yaşamak bir anlam ifade etmiyordu.


Fikir danışan bir insan değildi. Ama o gece ayrı. Oturduk ahlatın dibine, başladı sözlerine. Leman'a her şeyi anlatacaktı. Bu boktan düzenin içinde onun temiz ellerine ihtiyacı vardı. Onunla beraber Amanos'ta gezmek, beraber ölümsüzlüğü aramak istiyordu. Başta kafası güzel sanıp içimden yapamazsınları sıraladım. Fakat konuştukça içkili olmadığını anladım. Gayet ciddi bir ses tonuyla söyleyince:

-Rüstem abi yapma gözünü seveyim. Ters cevap alırsan ne olacak düşündün mü? Bir daha düşün

diye ekledim. Ama kafaya koymuş, gidip konuşacaktı.


Sabaha karşı yıldızları uğurlarken, sessizlik bir ses olup haykırdı "Gitme!" diye. Rüstem dışında herkes duydu. Ya da Rüstem duymak istemedi bilinmez. Her sabahtan farklıydı bu sabah, çünkü Leman'ı görecekti. Roza kahvesinin köşesinde izledim olup bitenleri. Üç papatya iliştirip gömleğine, çıktı Leman'ın karşısına anlattı baştan sona:

-Leman, ben seninle sonsuza kadar yaşamak istiyorum. Laf olsun diye demiyorum bunu. Gerçekten ölümsüz olup seninle sonsuza dek beraber olmak istiyorum. Şu iri siyah gözlerini her sabah yanımda uyanırken görmek istiyorum. Bulacağım ölümsüzlüğü, Nicolas Flamel bile gökyüzünden bağıracak "Buldu!" diye, Tutacağım ellerini, dünya iki parçaya bölünüp bizi ayırana dek. Kıskanacak tüm faniler, elleriyle bizi gösterip "İşte ölümsüz aşıklar" diyecekler.


Leman tepkisiz. Rüstem ise sabaha nazaran hayli isteksiz. Leman hışımla kafasını iki yana hızlıca çevirip koşarcasına gitti. Çöktü suratı Rüstem'in. Leman umursamazken, Rüstem bakışlarında ölümü arzuluyordu

Görebiliyordum.


Aradan dört ay geçti. Rüstem'i kimse göremez oldu. Evine birkaç defa gittim, bulamadım. Söylentilere göre Amanos'a sığınmış. Her gece oturduğu ahlatın dibine sararmış yapraklar dökülmüş, yıldızlar sönmüş, bulutlar belirmişti. Hiç unutmam, tarih 31 Ekim 89. Soğuk, yağmurlu bir salı sabahı. Sonbaharın habercisi değildi bu yağmur. Gökyüzü ağlıyordu. Akşama doğru fırtına çıkmıştı. Yağmurdan kaçıp Roza'ya sığındım. Roza'da yükselen uğultular vardı. Herkesin suratında bir şaşkınlık. Çırak Hamza'yı görüp çağırdım "Noldu oğlum anlat" dedim. Yüzündeki tedirginlikten bir sıkıntı olduğu belliydi.

-Abi Rüstem'i ahlatın orda bulmuşlar, kanlar içinde.


Fırladım ahlatın yanına. Cenaze aracı.

Hassiktir hassiktir hassiktir!

Rüstem yerde.

El feneri ile aydınlatılmış suratını zor seçebildim.

Yüzünde buruk bir gülümsemeyle kanlar içinde

Bir elinde kanlı üç papatya

Diğerinde asi tabanca

Yerde ise bir deli kurşun 

Ve kanlı bir not:

"Ölümü buldum"


Ölümün olmadığı dünyada
Hep mi yek gezersin Rüstem'
Uçsuz sonsuzluktayken bile
Hep mi kalendersin Rüstem'

Leman'ın olmadığı dünyada
Ölümü mü arzulayacaktın?
Hem ölüme yeminler edersin
Hem de her gece ölmeyi mi dilersin?
Ölümsüzlüğü bulmak isteyen de sendin
Kendini öldüren de sensin.