Defaatle son kez diyeceğim kendi kendime, kendime inanmaksızın. İnanç için inceldiğim yerimden incilerimi alıp deniz derininin siyahına beni yem edeceklere inanarak devam ettim hep. Lakin sonunda arzumun karşılığı ince bir ayrıntı olmak için hep yeni bir şeyle istek buldu içimde ve bu istek hep ufalanıp ölüm arzusuyla takas oldu. Bahçedeki incirin kurumasından beridir hiç bu kadar ölümü arzulamamıştım. İnsan kendini asacağı ağacı bile yitirince cilve çirkinleşir.
Ben işte o ağacın kurumasıyla çürümüş, yok olmuştum. Lakin dünyada insan olarak kalan silüetim yeni inançlar ile dünyaya tutunma arzusu taşımaya başlamıştı soluk soluğa. Hep ıska ve hep yanılgıydı. Bir şeylere bir şeylerle süslenmek, bir antenin kopmuş ayağına yalın ayak, bastı bacak olmak, bir yola yalnız başına çıkmışken yalnızca uçuruma yakın bir sağ şerit olmak ve ayyaş gibi sekizler çizmek bir gezegenin çevresinde, bir gün batımını beklerken alkol komasına girmek ve uyandığın yeri tanımamak, uyandığındaki kendine yabancı olmak...
İste bir çelimsiz nefesin ıslığı bu kadar şiddetli.
Vize sormayacağın insanın başka vazoda yapay göğüs oluşu ve ışıltısını o merkezde taşa dönüştürüşü. Senin cennetine girmemek içindi etimin bunca günahı yırtarak işleyişi.
İki şehrin ortasında bir şehirdeyim. Limanlarını ateşe verdiğim iki şehrin ortasında güçsüz bir balığım. Ne bir peygamberi yutacak yüreğim ne de yüzecek yüzgecim, soluyacak solungacım.
Nefes almadıkça tenim bir yerden tanıyor beni.
İki şehrin ortasında iki farklı incir dalındayım. Pantolonum takılıyor birine ve yırtılıyor. Bende gizle diyecekleri bir yurt kalmadı. İncir yırttığı etimden bana süt veriyor. Son kezdi düşüşüm, yok oluşum. Bir daha bir inancın ve arzunun bahçesinden meyve çalmayacağım.
akşamın örümcek ağıyla kaplı karanlık tepsisi, gece yarısı fısıltı kalemi, patlamış mısırın üzerinde kuru sıkı kovanları, uzak kasvetinde sevdalar yılı
bilmem kaçıncı yüz yılın toz toprak içinde yokuş yolu defterin kopan ipinde cuntanın urganı, diktatörün sloganı, hayata karşı faşizme karşı bahçede beslediğim köpeğin yüreğindeki kadar aşkım keneviri sermişiz yastığa
şuracıkta kıvrılıp uyuyayım, başka rüzgar istemem nefesinden başka
senin soğuğundan başka dünyam yok
inancım yok senin belinden ve eskiz defterindeki çalakalem karakalem, kirpiklerin ne ala
defterin ipinde yatfası, içindeki inde Kafka'sı, Milena'sı, Omayra'sı, Manolya'sı
şapkası, ceketi, Rus yapımı tanrısı
soğuk ve uzak, kutup ve kalleş keleş
c4 ve a1 ve şarapnelde demir eksikliği, rengi solmuş, tansiyonu durmuş
hiçlikte uzayın sürreal rengi
-Sarhoşum beynim magmaya düşerek serini düşlüyor
Afrika iklimine beyazım kadraja sığdıracak kadar ölüm yok
nasıl ibret alacağız
göz kapaklarında kurutmuşum ayraç bir papatyayı,
uzaktasın göremedim, gözyaşların can vermiş
kaldığımız yeri ve birbirimizi unutmuşuz
Ezgi sandıkçı
2023-08-23T11:40:44+03:00Sözlerinin, okurken kendi melodisini hissettim. Kalemine sağlık.