Yetkeci dizgeye karşı tavrımı koyduğum günden beri bu karamsar toplum tarafından dışlanmış olmak sanırım Tanrı’nın benim için bir ödülüydü. Sorgulamanın bile yasak olduğu, sokakların lambasının yanık olduğu hiçbir mesken bulamazken bile ben kendimi bu sokaklarda bulmuştum. Neşesi kaybolan her sokak; beni düşünmeye, geçmişi araştırmaya itmiş ve benliğime ulaşma sürecim bu kokuşmuş payandalara dayanmış sistemde çok daha kolay hale gelmişti. Tabii düşünmekte hiçbir sorun yoktu. Gizlice ve yakalanmadan yapılan her şey oldukça serbestti de. Benim gibi, düşüncesini dışarıdan vurup da bu kendini sosyal sınıfın dibine gömmüş zavallı halkın bir zerresine bile umut ışığı vermeye kalkan her kimse yine aynı bu zavallı halktan diktatör tokadını yemişti. Öğrenilmiş çaresizliklerini üstlerinden atmakta inatçılık etmekle yetinmemiş, kendileri gibi düşünmeyen herkesi de bir çırpıda silivermekte oldukça gözü pek olmuşlardı. Düşünüyorum da böyle bir toplumdan dışlanmış olmak olsa olsa Tanrı’nın bana bir lütfu olurdu zaten. Benim karşı çıktığım her zalimce davranış; onlara birer masum el gibi gözükmüş, birer koyun misali çobanlarına itaatsizlik yapmamaya ve düzeni bozmamaya özen göstermişti. Hislerimin ölmesine de çoktan sebebiyet vermişti bile bunların yaşanması.

 

Yüce Tanrı’m, sana binlerce kez minnettarım. Yeryüzünde cenneti hak edecek ne yaptım bilmiyorum ama şunca yıllık yaşamımda varlığını bir kez de olsun hissettirmiş olduğun için binlerce kez teşekkür ediyorum sana.

Bu yozlaşmış toplumla işim tamamen bitmiş durumda. Toplum dışında kalma sürecimi de kendi toplumumu çizmeye çalışmakla harcadığım için şimdi gerçekten dışlanma vakti geldi. Yazgımın çizdiği yola boyun eğmekten memnuniyet duymakla beraber

düşündüğüm her şeyi açıkça savurabileceğim ve hiçbir kimsenin kati suretle itiraz bile edemeyeceği kadim topraklara gitmeye hazırdım şimdi. 

Peki nasıl görünüyorum Tanrı’m? Evet... Beyaz, bembeyaz... Bana çok yakışıyor, biliyorum.