Sen simsiyah bir kaldırım taşında beliren en parlak yıllarındasın.

Gölge etme kendine yazgından kaçan kuşları, tutamazsın.

Neden yazmaktasın içinde bulunduğun âna siyah kalemlerle?

Paleti elinde tutup uzatıyor yaşamak, sen grilerde, beyazlarda

mezarlarda, siyahlarda, yağlı urgan düğümlü salıncaklarda salınmaktasın.

Yeis bulma kendine o kabirlerde, çiçek açamazsın.

Şimdi elimdeki bu ham duruşuyla yazdığım satırlar

Ne idüğü belirsiz yalnızlıkta türettiğim, sıfatlardan yontulmuş kefaretim gibi

İçi boş, dibinde tortulanmış insanlar, ılık kahve, bilumum düş ve tinsel yakarışlar

Tozlu bir aynada gördüklerim kadar sarhoşlar, bu garip insanlar.

Gördüklerim kadar okuduklarım da yozlaşmış, içimdeki bir takım

tek mahareti kaçmak olan devcikler anlatır.

Neden tek gözleri yok, isimleri yok, ellerinde neden kocaman kırıklar var, hem de hayal,

neden sevilmemişler söylesene, ben, sen, o, biz, siz, onlar.

Neden paleti devirip her yeri boya içinde bırakmışlar?

Aşksızlıktan, sızısızlıktan, biçare mağara içinde

alegorisizlikten, hep yalnızlıktan, yalın-ızlıktan.

Sen kendi ruhundaki duvarların içinde beliren bir ateşsin,

Soldurma yazgından silinen gölgeleri, bir tek sen yanarsın.

Rengin siyah, yeşil, fil dişi, fil kuyruğu, antilop çenesi

Unutma sen kendinle boyarsın tüm ıssızlarda bekleyen garipleri.

O garipler ki hep aşksızlıktan, sızısızlıktan…