"Sen kafayı sıyırmışsın. " diyorlar ara ara. Ev-iş, iş-ev arası geziyorlar; rutinleri var. Hiç saatlerce dinlememişler yeni tanıştıkları birinin derdini sanki kendininmişçesine. Kendi dertlerini bile 5 dakika dinlememişler. Gecenin 3 ünde veyahut sabahım 5 inde gelmemişler eve. 1-2 saat uykuyla işbaşıları giyip, vermemişler krallar gibi işin hakkını. Acziyetin kendisinin aslen aciz görmek olduğunu bile idrak edememişler.
Evine gelmişsin, koymuşsun Türk kahveni cezveye. Sokakların tüm sessizliği sohbet ediyor seninle. Arada birkaç araba geçiyor, pek azı serseri; açmış son ses şarkıyı. Kanı kaynıyor belli ki. O an her şey boş, bir o kadar dolu. Hızlı hızlı akıyor bu keyifli yalnızlık zamanın acelesi varmış gibi. Yarın iş yok, erken yatmak zorunda değilsin. Ama yarın iş de var. Nasıl oluyor demeyin, oluyor işte. Yarına seni kaldıracak bir alarm yoksa, biri yoksa, bir nedenin yoksa. En önemlisi de özgürleşmiş bir zihnin varsa. Sorumsuz demiyorum bak; özgürleşmiş. O zaman oluyor sadece.
Kelimeler, yetkililerin araştırmadığı, dikkatini çekmeyen paravan şirketler gibidir hep. Buna inanırım. Olayı incelemeden, vakıf olmadan yakalayamazsın. Zihnin hapsedemez o kelimeleri. Bir gün gelir o mahpuslar birbirleriyle iyi anlaşmaya başlar, kaynaşır. O saatten sonra hiçbir duvarın ardı onlara ceza gelmez. O kafesin dışında kalan, yabancılaşmış dünyadır artık cezaevi.