UZUN ZAMAN SONRA
Dönmekten yorulmuş olsa gerek bu dünya kendini bizlerle tatmin ediyor sanki. Nasıl desem bilemedim. Nefesim daralıyor sanki. Göğsümün üstünde gelmiş geçmiş cümle insanlığın yükünü taşıyorum da kalbim sızlıyormuş gibi. Nefes alıyorum ama bu bir zorunluluk değil, bir ihtiyaç değil. Öylesine bir fiil sanki. Yaşamımın ortasına kurmuşum huzursuzluk sofrasını, bağdaş kurmuş oturmuşum tek başıma. İçi delik bir kaşıkla güzel olan her şeyden birer birer alıyorum. Yaşama dair tadım kaçıyor.
Ruhumun girdapları beni yoruyor.. Oturup da kimseye şikâyet edemiyorum. Dua etmeye gidiyorum birkaç kelam içinde. Kimseye söyleme ama sanırım kabul edilmiyor dualarım. Eskiden kulak verirdi sesime yaradan, biliyorum. Hissederdim. Bu aralar kimse sesimi duymak istemiyor. Ya da ben sesimi duysunlar istemiyorum da olan tüm gücümle suçu onlara atıyorum. Bilmiyorum.
Koca bir bilinmezlik çukuru bu.
Attığım adımların sayısını, atmam gereken adımları, hislerimi, düşüncelerimi... Ben, beni bilmiyorum.
Bazen düşünüyorum. O kadar yoruluyoruz, eskitiyoruz bedenimizi. Alelade işler için koşturuyoruz çoğu zaman. Dursak mı bir yerde. Hoş olmaz mıydı?
Şöyle ağız tadıyla dinleneceğimiz bir yer olsa mesela. Orada dursak. Sadece dursak. Öyle bir durmuş olsak ki, alınmamış tüm nefesleri almış, görülmemiş tüm güzelliklere şahit olmuş, yaşanmamış tüm hayatları yaşamış olsak.
Allah’a sormalı, onun yanından başka bir yer var mıdır öyle sakin ve sessiz olan. Koca bir sessizliğin hüküm sürdüğü sesler ülkesi.
Ben sanmıyorum. Keşke olsaymış.
Derin bir nefes alıyorum yine de. Yaşadığımı cümle aleme kanıtlarcasına içli bir nefes. Birazdan dışarı çıkarım, rüzgar tenimde dolaşır. Belki birkaç yağmur damlası hissederim. Ardından susa susa bağırırım, "İşte, yaşıyorum." diye. Kan, damarlarımda aykırı güçlerle akarken bu konuşmayı bir daha düşünürüm. Sonra efendi efendi göğsümdeki ağırlıkla yaşamaya devam ederim.
Nefesim soğuyor. Nabzım düşüyor. Evime gideyim artık, bu günlük bu kadar hava yeter…
Biz bazı insanlar, en mutlu olduğumuz zamanda bile çektiğimiz; o yok yere olan acıları hatırlamanın korkusu ile karşı karşıya kalırız. Bu korku sandığınız gibi insanın elini ayağını tutsak eden bir korku değil.
Zaten öyle olsaydı, kendimle çekiştiğim şu sıralar da muhtemelen kendimi eleştirmeye hazırlanıyor olmazdım. Ne diyor yahu bu diyen sen, lütfen devam et okumaya. Çünkü okudukça seni , korkunun sindiği ruhumla baş başa bırakıyor olacağım.
Bu uçsuz bucaksız ruhumun daralması mesela. Kim sıkıyor canımı. Kimse. Odamda elimde kağıdım, pek soğuk olmayan bir günde korkularımın üzerine gitmeye yelteniyorum. Ne idi peki beni korkutan. Sevilmeme korkusu mu? Bak. Hayır, yanılmıyorsun. Her insan birazcık korkar sevilmemekten. Ama birazcık. Çünkü sizi bir şekilde seven birileri olmuştur hep hayatınızda. Ailenizden öte dostlarınız mesela. Sizi siz olduğunuz için sevdiğini düşündüğünüz kişiler. Bu kadar melankoli içinde olmam neden peki. Kafayı mı yedim yoksa?
Düşünüyorum şuan. Hani psikolog söylemleri vardır ya. Kapa gözlerini ve çocukluğuna inelim önce. Bakalım neler birikmiş daha 23ünden gün almamış bu gencecik bedeninde. Tamam inelim. Korkmayacağım ve yüzleşeceğim söz. Sen de şuan okuyorsan bu yolculukta parmaklarımdan tuttuğunu düşün tamam mı? N'olursun yapma de bana. Sıkma canını de. Kendimle verdiğim bu savaş nasıl acımasız biliyor musun ki sen? Sanki barutsuz savaşların birinde bıçaksız kalmışım. Hem de öyle bir vahşetin ortasındayım ki elimden hiçbir şey gelmiyor. Ruhumu kabzedecek celladımı bekliyor gibiyim.
Öyle işte, evet. Hani ellerinle kumdan kaleler yapardın deniz kenarında. O kadar heybetli gelirdi gözüne. Üzerine titrerdin sonra kimse basmasın diye. Emek verirdin, verirdin. Yorulurdun, oturup izlerdin sonra.
Her şey tamam oldu dediğin anda eyvah, içine birden bir his gelir ve sanki sorular değişmeye başlar. Şimdi ne olacak, gamsız güzelin biri ayağının ucuyla , sevginle beslediğin o kumdan kaleni yıkıverecek. Ama insanoğlu bu işte. Celladına aşık olurmuş ya hep. Ruhum sakinleşiyor. Neler anlatıyorum ben. Keşke ruhumun ne denli kasvete büründüğünü anlatabilmiş olsaydım. Bu benim kavgam pek bir sıradan geldi sana, itiraf et hadi. Ruhum hepinizden korkuyor artık. Gerçek dünyanın acıları sanmayın ki hep size dokunuyor. Sokakta büyümüş bir kedi gibi korkuyorum artık insanlardan. Biliyorum içimde bir yerde şefkat bekleyen bir his var. Lakin o his köreldi iyice. Sevgi bekledikçe tekme yiyen, üzerine araba sürülen bir sokak kedisi gibi oluverdim. Epey de kafanı ütüledim galiba. Hadi birazcık realist olalım. Sonuçta kiminiz seversiniz bunu. Günden güne sekülerleşmeye çalışan sizler. Moderniteye hizmet etmenizden, kendi çıkarını ortaya vurup valeden aşağısı kurtarmaz diyen siz kumarbazlar. Bu dünya kimin yanına kalacak. Düşünün bakalım. İyi insanların kalpleri ile oynamayın. Üzmeyin onları. Ya hiçlik ile abad olun. Ya candan öte. Sokak kedisi vechiyle...