Kudretli dağların yamaçlarına kurulmuş bir düzine dağınık evden ibaret kasabanın üstüne yılın ilk karı yağıyordu. Şehir gürültüsünden ve imkanlarından uzak bu izbe yerleşim yerinin dört bir yanı gür çam ve meşe ağaçlarıyla kaplıydı. Eski bir cami ve çayevinin bulunduğu meydanın önünden halk arasında yeşilgöz olarak bilinen suyu soğuk bir dere uzanıyordu. Bahar aylarında sayısız ördeğe ev sahipliği yapan ve şimdi buz tutmuş bu derenin tarihi taş köprüsü yetenekli bir ressamın ellerinde bir şahesere dönüşmek için tüm ihtişamıyla bekliyordu sanki.

Dar ve özensiz yolların kenarları yer yer buz tutmuş, tekerlek izlerini yağmur suları doldurmuştu. Devasa büyüklükteki kayaların çatlaklarından fışkıran çimenlerin üzerindeki kırağı ay ışığında parlıyor, düzensiz köy evlerinin bacalarından şömine ateşlerinin gri dumanı yükseliyordu. Köy ahalisi çoktan evlerine çekilmiş, ateşin önünde çaylarını içerken bir günü daha tok geçirdikleri için şükrediyorlardı. Dışarıda ise soğuk ve karanlık sokaklara derin bir sessizlik çökmüştü.

Bu sırada uzun paltolarına sarınmış iki genç atkı ve berelerini çekiştirerek tarihi köprünün üzerinde geçiyordu. elleri ceplerinde sohbet ederken hızlı adımlarla yürüyen ikili köy meydanını geçip sap bir patikaya saptılar. Onlar ilerlerken evler giderek azalmaya başladı. Kısa bir süre sonra ise önlerinde sadece bir ev kaldı. Bu evde köye yeni taşınan dört kişilik bir ailenin yaşadığını biliyorlardı. Çerkez göçmenleri oldukları söyleniyordu. Pek kimseyle konuşmayan kendi hallerinde bir aileydi. Ama köylüler tarafından pek sevilmezlerdi nedense. Evin önünde geçerken gençlerden biri durdu. "Baksana!" dedi, arkadaşına "Bacalarından duman yükselmiyor." arkadaşı da durup çatıya baktı. her iki bacadan da duman yükselmiyordu.


"Belki de evde değillerdir"

"Sanmam. Arabaları içerde"

"Boş versene, geç kalıyoruz"

"Belki de geberip gitmişlerdir"

"Hadisene oğlum, ben gidiyorum"


İki arkadaş yeniden kol kola girip yollarına devam ederken, ağaçların arasından bir hışırtı duyuldu. ikili iyice uzaklaştıktan sonra ise hışırtının geldiği yerde bir çakmak ateşinin yetersiz ışığı karanlık bir yüzü kısa bir süreliğine aydınlattı. Ağzını atkıyla sarmış, kafasına siyah bir bere geçirmişti. Sigarasını yaktıktan sonra yeniden karanlığa büründü. Ardından bir kaç adım attı. Kalın parmaklarının arasında yarısına kadar içilmiş büyükçe bir şişe dengesizce sallanıyordu. Sigarasından derin bir nefes alıp şişeyi kafasına dikti...




SON!