Üzerine bir ağırlık çökmüş hastalıklı ruhumu duyumsuyorum. Yaşamanın yükünü her ruhun kaldırabileceğini gerçekten düşündü mü Tanrı? Gökyüzünde bir sorun yok, o sonsuz maviliğe bakınca hissettiğim kaybolmuşluğu sevdiğimi bile söyleyebilirim. Ancak insanlar, beni korkutan onlar. Gökyüzüne bakmaktan mutlu olamayacak kadar aklımı kaybetmekten korkuyorum. Bütün o imgelerin bir hiçliğe dönüşmesinden.
Belki de "fark etmez"dir. İstediğimiz ya da istemediğimiz şeylerin birbirinden ne kadar farklı olduğunun önemi var mıydı gerçekten? Eninde sonunda zamana yenik düşüp tekdüzeliğe kavuştuğumuzda hangi birinin bizi mutlu ettiğinin önemini hissedemeyecektik ne de olsa. Ne istediğimizi biliyor muyum emin değilim, kim emin ki zaten; insanların mutlulukları ya da onların sahip oldukları cezbetmiyor beni, hiçbirini istemiyorum. Ne para ne lüks ne şöhret. Yaşayıp gitmek istiyorum, binlerce yıldan beri süregeldiği şekilde. Göz önünde bulunmadan, saklanarak değil ama görünmez. Toplumun ideallerine sığdırdıkları bir dünyada yaşamak çok zor görünüyor, hayatın bundan çok daha fazlası olduğunu göremiyorlar mı? Ayak uydurmakta zorlanıyorum, tökezlediğim anda bir kalabalıkta ezip geçecekler beni.
Çok yanlış bir zamanda, yanlış bir yerde bulunduğumu hissediyorum. Sabah erkenden kalkıp kahvaltımı yapıyorum, bir önemi varmış gibi.