"Sanki ilk onlar başlattı der gibi, ilk onlar yaratıldı geriye kalanlar ise sadece kurbanlardı"


Başlangıç


Gökyüzünün o devasa kasvetli görüntüsünü gördükten sonra Elijah, tüm planlarını iptal etmeye ve evde oturup güzel bir film izlemeye karar verdi. Bu havada ona en güzel gelecek şeyin film ve bir fincan orta şekerli Türk kahvesi olduğunun farkındaydı. Söz konusu kahve olduğunda yapması gereken işe ara verebilirdi. Bu kasvetli havaları sevmesinin sebebi ise bambaşkaydı. Planlarını iptal etmesinin sebebi ona geçmişi hatırlatan huzur dolu havayı doyasıya yaşamaktı. Bunun sebebi annesi ve babasını en son bir arada mutlularken gördüğünde, hava tam olarak böyleydi. Elijah'ın annesi Amerikalı, orta boylu, esmer, siyah saçlı, güzel bir kadındı. Turistik gezilerinin birisinde tanışmıştı eşi Kemal ile. Kemal ise uzun boylu, biraz zayıf, ama zayıf olmasına rağmen kemiklerinden dolayı yapılı görünen, beyaz tenli, koyu kahverengi gözlü her durumda insanları güldürebilen yakışıklı bir adamdı. Elijah ailesini çok severdi. Hiçbir zaman onlarla ters düşecek bir durumda kalmamıştı. Okulunda her zaman en başarılı öğrenciler arasındaydı. Buna rağmen okulunun ilk yıllarında arkadaş edinme konusunda oldukça zorluklar yaşamıştı. İnsanlar onun ismine duyunca "Bu yabancı, bizden farklı, dinsiz" gibi yorumlar yapıyorlardı. Aslında bu isim ona annesinden armağandı. Belki de annesini daha fazla sevmesinin sebeplerinden birisiydi bu. Ona, her anında annesini hatırlayacağı bir armağan bırakmış olması; kendisi de bilmiyordu ama sorsalar annesinin yeri bir başkaydı. Ailesini trafik kazasında kaybedeli aşağı yuları dokuz sene olmuştu. Aslında o gün araba da kendisi de vardı. Kurtarma ekipleri oraya geldiklerinde babasının çoktan öldüğünü anlamışlardı. Annesinin ise son sözlerinin "Oğlum, oğlum arkada... Önce o... Onu kurtarın." olması, kulaklarda acı bir yansıma olarak duruyordu. Elijah, annesinin onu kurtarmaları için söylediği sözleri hiç unutamamıştı. Kaza esnasında kafasına aldığı darbe yüzünden yarı baygın kalmıştı ama annesinin sesini o an duyamaması daha sonra hatırlamayacağı anlamına gelmiyordu. Yıllar önce yaşanan kaza onda bir fobiye yol açmış ve trafikte ne zaman büyük bir aracın yanında dursa, o günün akşamında annesini görüyordu ve duyuyordu. Ailesinin ölümünden sonra okulunu dondurup, kendisini aramak için pek çok iş yaptı. Kendisine, onu meşgul edecek, ona kazayı düşündürmeyecek hobiler buldu. Bu bir senelik zamanda ona en iyi gelen ise dağcılıktı. Ne zaman yüksek bir dağa tırmansa, başarmanın yanı sıra annesine bir adım daha yaklaştığını hissederdi. Çünkü annesi, ona cennetin hep yukarılarda olduğunu söylerdi. Elijah bunun böyle olmadığının farkındaydı ama içindeki o çocuksu masumiyet hep buna inanmasını istemişti. Kendisini ruhsal olarak biraz da olsun toparladıktan sonra okuluna devam etti. Tarih bölümünü insanların isteyeceği bir ortalama ile bitirip, arkeoloji üzerine yüksek lisans yapmıştı. Fakat sonrasında özel bir teknoloji şirketinde, daha çok evraklarla ilgilendiği ama asıl işinin müşterilerle iletişim olduğu bir iş bulmuştu. Bu işin, ne okuduğu okul ile ne de hayalleri ile bir bağlantısı bulunmuyordu. Muhtemelen kahve sevgisini de şirketin arşiv odasında belgeleri incelerken kazanmıştı.


Kahvesini yapmak için mutfağa doğru ağır adımlarla ilerlerken bir şeyi yapmadığının farkına vardı ve hemen oturma odasına dönüp telefonu eline aldı. Rehberinde ilk sırasında bulunan AAAAnnem'i aradı ve telefon açıldığında yorgun bir sesle "Teyze ben dışarı çıkmıyorum, hava biraz bozuk. Evde kalıp film izlerim, beni merak etme." gibi sözlerin yanı sıra, onun nasıl olduğunu sordu ve yarım saate yakın konuştuktan sonra telefonu kapattı. Elijah'ın sevgilisi yoktu. Bu, onun kötü fiziksel özellikler taşıdığından değildi. Tam tersine tüm kadınların isteyeceği tipte bir adamdı. Sevgilisinin olmamasının sebebi ise hayatına giren her kadının, onu yarı yolda bırakıp gitmesiydi. O da uzun zamandır bu tarz bir ilişkiye sıcak bakmıyordu zaten. Telefonunu koltuğun üzerine fırlatıp tekrar mutfağın yolunu tuttu. Kahvesini hazırlarken bunun için gereğinden fazla beklediğini fark etti. Sanırım kahve makinesi her geçen gün sona yaklaşıyor gibi, dedi, bu düşünce aklını kurcaladı ve Türkiye'de büyümenin ona kattığı alışkanlıklarından birisine sığınarak, hiçbir işe yaramayacağını bildiği halede kahve makinesine bir kaç defa vurdu. İlginç bir şekilde, makine ona cevap verircesine kahveyi fincana doldurdu. Elinde kahvesi ile beraber en sevdiği penceresine doğru yürüdü. Elbette ki bu evi tutarken en çok istediği özelliklerden birisi olan, Fransız penceresinin önünde içecekti kahvesini. O sırada belki bir de radyoyu açar ve sevdiği müziklerden birisine rastlardı. İşte, bu durumun onu ne kadar çok mutlu edeceğini düşünerek keyifli keyifli sırıttı. Sigara içmekten sararmış olan parmaklarını radyoya uzattığı sırada radyo çoktan açılmıştı bile. "Sen de mi yarı yolda bırakacaksın beni" diye sitem etti, bozlucağını hissetmişcesine. Çalan şarkıyı daha önce duymamıştı, sözlerine odaklandığı anda şarkının sonu olduğunu anlamasına yol açan, yayıncının kalın kadife sesini işitti. Yayıncıların seslerinin koyu renkler olması ona babasının sesini hatırlatıyordu, içinden, sabaha kadar konuşsa yine de dinlerim, diye geçirdi. Yine bilmediği bir şarkı başlatmıştı yayıncı. Sanatçının ve eserinin adını söylüyordu şimdi "Evet, sevgili dinleyiciler. Sıradaki sanatçımız Doğu ve Batı lezzetini güzel bir şekilde harmanlayarak bizlere aktaran Mohsen Namjoo ve eseri Zolf (sessizlik) bir sevgilinin elini tutmak gibi değil mi ?" Elijah dinledikçe yorumun ne kadar doğru olduğunu hissetti, tam kahvesinden bir yudum alacaktı ki aklına yapması gerekenler geldi. Acaba yetiştirebilecek miydi, yoksa o sıska patronu yine herkesin içerisinde ona bağıracak mıydı ? Şimdi bunları düşünmenin ne sırası ne de zamanıydı. İş arkadaşı Derya'nın ona dün sabah söyledikleri geldi aklına "Müşterilerin iletişim bilgilerini e-posta hesabına gönderiyorum, en kısa zamanda değerlendirmeni Sarp beye vermemiz gerek!" Bilgisayarına doğru yavaş ama kararlı adımlarla yöneldi. Yapması gereken çok da zor değildi. Müşterilerini arayarak ürün hakkında fikirlerini alacak ve memnun olanlara biraz daha fazla para ödemeleri için diğer abonelikleri sunacaktı. Bir nevi insanları soymak bu, diye geçirdi içinden, sonra yüksek sesle "Herkes soyguncu, ben nasıl kurtarayım herkesi Robin değilim ki ben." dedi. Bunları söylerken içten içe kendisine kızdığını fark etti. Neden tarih okumuştu? Yetmezmiş gibi bir de neden arkeolojiden yüksek lisans yapmıştı. Doğru ya, şimdiki işi yapmak istediği iş değildi. O, babasıyla oynadığı oyunlarındaki gibi kaşif olmak istiyordu. O bilinmeyeni, unutulanı gün yüzüne çıkartacaktı. Ne olduysa yüksek lisans zamanında oldu ya zaten, yüksek lisansının son zamanlarında arkadaşına yüklü miktarda kredi için kefil olmuştu. Arkadaşının krediyi alması için Elijah ailesinden kalan mal varlığını göstermişti ve bu sayede krediyi arkadaşına vermelerinde pek zorluk çıkartmamışlardı. "Kader!" dedi Elijah, pek inanmasa da kadere. Hem arkadaşının, paranın büyük bölümünü girdiği işte kaybetmesi de onun için beklemediği bir sonuç değildi. Ailesini erken yaşta kaybetmesi dostlarını ailesi yerine koymasına yol açmıştı. Hoş, bu özelliğini kötüye kullanan birisi de çıkmamıştı ona göre. Ekose kumaşlı, çok rahat olduğunu düşündüğü tozlanmış koltuğunun üzerine bıraktı kendisini, masanın üzerinde bulunan bilgisayarına uzandı. E-posta hesabına girecekti. O sırada yayıncı radyoda gelecek hakkında bir konuşma yapıyordu. Karamsar bir insandı Elijah'ın anladığı kadarıyla. Amerika sahillerindeki garip mavi ışıklardan bahsediyordu ve bunlara, uzaylıların gizli bir adada deneylerinden sızan kimyasalların yol açtığını savunuyordu. Elijah'ın suratında aşalayıcı bir gülümseme vardı şimdi "hadi be oradan" dedi kendi kendine. Açılması için düğmeye bastığı sırada içinde garip bir his oluştu aniden. Ne oluyor demeye kalmadan oturduğu koltuk titremeye başladı. Bilgisayarı masaya bırakıp ayağa fırladığında ahize sallanıyordu, "deprem!" diyebildi sadece. Tam önlem almak için masanın altına girecekti ki bir anda sarsıntı durdu. Büyük bir sarsıntı değildi ama onun ürpermesine yol açtı. Kendi kendine "Bu sıralar çok fazla deprem oluyor. Magma tabakasında büyük bir hareket başladı anlaşılan, çekirdeğe isyan başladı." dedi ve kendi espirisine güldü. Tekrar koltuğa oturduğu sırada kapı çaldı. Aniden olduğu yerde durdu ve "Evet, şimdi de Magma şehri ajanları beni tutuklamaya geldiler heralde." dedi dişlerini sıkarak. Söylene söylene kapıya doğru yürümeye başladı. Kapıyı açtığında karşısında üniversiteden profesörünü gördü. Haklı olarak bu ziyarete çok afallamıştı çünkü profesör okulu bitirdikten sonra kendisi ile pek iletişime geçmemişti. Sadece işi düştüğünde arayan bir tipti.