Tekila, viski, votka ve rakı şişeleri tahta raflarda muntazaman dizili, sarı ışığın altında insana huzur veren bir güzellikle parıldıyordu. Bar taburesinden, bir çocuğun oyuncaklarını izlemesi gibi izliyordu manzarayı. Birasını ağır ama büyük yudumlarla içerken kahkahalar ve küfürlü konuşmalarla karışan, televizyondaki gitar solosu duyuluyordu. Dünya üzerinde onu rahatsız etmeyen tek gürültü bu barınkiydi. Burada kimse kimseye karışmaz, bir masa diğeriyle ilgilenmezdi. Herkesin kendi dünyasından yükselen sesleri diğerleriyle birbirlerine ilişmeden, çarpışmadan havaya karışıyor ve bu kaostan ilginç bir harmoni oluşuyordu. Üzerinde garip, huzursuz bir yorgunluk vardı. O an duyumsadığı şey melankoliyle özdeşleşecek bir his değildi; daha çok söyleyecek her şeyi erken söylemiş, yapılacak her şeyi yapmış, ödevini bitirmiş birinin yüksüzlüğü ve boşluğuydu.