Diyarbakır Ergani’de, belediye parkının hemen karşısında, köylü pazarına inen sokağın köşesinde, her gün öğle saatlerinde çiğ köfte yapan Mehmet adında bir dayı vardı. Oldukça uzun boylu ve haylice zayıf, başının yanlarında tek tük kalan saçları kırlaşmış, elli beş yaşlarında biriydi. Okuldan çıkıp çarşıya geldiğimde onu, sehpasının üzerine yerleştirdiği orta boy çiğ köfte tepsisinin başında görürdüm. Omzunda havlusuyla, hararetle ellerini işletir, bir saatte pişirirdi bulguru. Çoğu zaman oğlu da yardım ederdi ona. Sekiz on yaşlarında, önlüğünün yakası bir yana kaymış, esmer, kara kuru bir çocuktu bu. Okuldan çıktığı gibi babasının yanına geliyordu demek ki. Geldiğinde de çantasını dizlerinin arasına alır, tepsi sabit dursun diye babasının karşısına geçer ve var gücüyle tutardı tepsiyi. Elbet çoğu zaman gücü yetmez, tepsi sağa ya da sola meyleder, böyle zamanlarda da babasının azarını yerdi. 


Mehmet dayı işini bitirince çiğ köftenin üzerini bir sofra bezi ile örter, az aşağıdaki köylü pazarından taze soğan, maydanoz, taze nane, domates ve salatalık alıp gelirdi. O zamanlar üç liraydı galiba dürümü ve Ergani’deki en lezzetli çiğ köfteydi. Çoğu zaman “bir tane” diye yanaşır ama sonradan ikinci dürümü de alır, dar sokaklardan geçerek sendikaya giderdim. 


Dayıyla aynı mahallede oturuyorduk. Bazı vakitler onu boş tepsisi ile evine giderken görürdüm. Bazen de tepsiyi oğluna verir, kendisi pazardan aldıklarını taşırdı. Bu kara kuru oğlan ise tepsinin altını dizine vura vura ve babasının birkaç adım gerisinde çıkardı yokuşu…  


İşte bu görüntü arada bir gelir, zihnime yerleşir, hak ettiği yazısını aranır, bulamaz ve geri giderdi. Hoş, hâlâ da hakikatli bir yazı yazacağımdan emin değilim ya, neyse... Sahi, önde zayıf, uzun, esmer bir baba ve ardında küçük ama seri adımlarla yürüyen ilkokul çağında bir çocuk ne anlatmak istiyordu bana? Çocuğa yaklaşıp "Babanın çiğ köfteci olması nasıl bir şey?" diye sormalı mıydım mesela? Ki benim babam sabit gelirli bir memurdu. Oysa Mehmet dayı, kimi vakitler soğuktan işe çıkamaz ya da çiğ köftenin hepsini satamazdı. Ne düşünüyordu çocuk elde köfte kalınca? Üzülüyor muydu, yoksa "hepsini ben yerim" diye seviniyor muydu? Mehmet dayı tepsiyi bitirse bile eline ne geçiyordu ki günlük? Çocuk, okuldan çıkar çıkmaz babasının yanına gelip tepsi tutmak zorunda kaldığı için kızıyor muydu ve arkadaşları onu öyle görünce utanıyor muydu? O yaştaki çocuklar zalim olur. Belki okulda, "çiköftecinin oğlı" diye alay ediyorlardı. Belki de bir kahraman olarak görüyordu babasını ya da ileriki yaşlarında öyle görecekti ki bence de bir kahramandı Mehmet dayı...


"Yenişehir" denilen ve yüksek apartmanlardan oluşan semt kurulduktan sonra eski çarşı cazibesini yitirmişti, Mehmet dayı bir vakittir görünmüyordu ve ben Ergani'den ayrılalı beş yıldan fazla oldu. Geçen zamanda bu ikisine ne oldu, hiç bilmiyorum. Ancak akşamüzeri evden çarşıya inerken gördüğüm ve baş selâmı verince "eyvallaaah babam" diyen Mehmet dayı ve ardından yürüyen, yakası kaymış oğlu zihnimden silinmedi. Hele siz söyleyin erenler, zihnimin hangi köşesine mihman edeyim bu güzel fotoğrafı?


26 Mart 2022

Gültepe