Bu akşam da okuldan çıkıp eve doğru yürürken bilmem kaç binincisini düzenlediğim yol sigarası festivalimi ateşe verdim. Sigaramdan derince ciğerlerken, 'O' sokaktan ve yine etrafı çapkın bakışlarla süzerek ama diğer taraftan da önemli bir işim varmış gibi hızlı adımlarla geçtim. Hızlı yürümek demek meşgul görünmek demek, meşgul görünen erkek demek ne anlam ifade ediyor hanımefendiler için bilmiyorum ama kendimi ağırdan satan adam pozlarına sokuyorum bu şekilde, kanımca.
Binanın önüne vardığım zaman dört gözle beni bekleyen çılgın bakireleri gördüm.- Bu bakireler yani benim öyle düşündüğüm insanlar, iki yaşlı kız kardeş. Karşı komşularım kendileri. Yaş ortalamaları 63. Çok sıcak insanlar, gerçekten sıcak! Bakirelerin hemen ardından minik adımları ve bir penguenimsi tavşan edasıyla bana koşan kızımı görünce gerçekten meşgul olduğum bombası zihnimde mantar şekilli bir bulut oluşturdu.
Kızımı biraz da yetişkin olmamın avantajıyla binaya sokmayı başardım. Beni bu başarımdan dolayı tebrik edecek kimsenin olmadığı eve adım attım. Seri hareketlerle, adeta dans edercesine üzerimi değiştirip, idrarımı klozete bırakmaya fırsat bulamadan mutfağa girdim. Bu çılgın bakirelere beni bina önü yerine evde karşılamaları gerektiğini hatırlatmalıydım. Bu kolaydı. Yemek işini halledip saat tam sekizde tekrar 'O' sokakta olmamız gerekiyordu...
Ne kadar zamandır bilmiyorum ama sanki hep yapıyormuşum gibi... Hafta içi her akşam 'O' bankta önümde bebek puseti ile oturup 'O' geçerken yaklaşan ve uzaklaşan adımlarını izlemek bir saplantı olmuştu bende. Gizli bir saplantı. Yani 'O'nun için gizli. Yoksa apaçık saplantılı olduğumu biliyordum ben! Yine de bunca zamandır ne bir ''merhaba.'' cesareti ne de bebek arabası ittirerek onu takip etme cüretini bulamadım kendimde. Henüz. 'O'nun menzilime girişi ile çıkışı arasındaki 3 dakika 41 saniye (-+5) boyunca tecridime ara verilmiş gibi hissediyordum.
Benim işim bittiğine göre şimdi kızımın rutinini gerçekleştirmeliydik. Birinci durağımız oyun parkıydı. Bir saat kadar oynadıktan sonra artık dondurmacıya uğramamızın zamanı gelmişti. Dönüş yolunda kafamda deli sorular vardı. ''Acaba bebeğim arabada uyur da ben de onu uyandırmadan yatağına bırakabilirsem fazladan kendime bir yarım saat arttırabilir miydim?'' Ben bunu tartarken eve gelmiş buldum kendimi. Ufaklık açık havanın verdiği meşrepliği eve taşımış, uyurken beni yormamıştı.
Freedom! Freedom!
İki bira, birkaç sigara...
Yarın 'O'nunla konuşmalıydım. Kendimi ikna edip uyudum. Sabah-öğlen ve akşam aynı misyonları başarıyla tamamlayıp, oyunun son bölümüne geçtim. Saat 8. Yine aynı yerde önümde bebek arabasıyla tecritimin kalkışını bekliyorum. Havalandırma açıldı... Geldi, önümden geçti ve biz hemen arkasından yürümeye başladık. Ben ve kızım. 27 aylık kızım. Yolların nispeten insanca hafiflediği bir yerde seslendim. ''Bir dakikasını istedim, vakti varsa hemen şurada kahve mi içseydik?'' Önce bana sonra kızıma baktı. Sürekli küçülüyor gibiydim. Ve kabul etti!
Kahvelerimizi içerken kendisine bir süredir günlük birkaç dakikalığına 'O'nu izlediğimi ve tanışmak için epeydir istekli olduğu anlattım. ''Ama evlisin, benim değilsin, bebeğin bile var, çok geciktin yakışıklı.'' diyecek oldu ki araya girdim. Evli mevli değildim. Ne münasebetti!
Şaşkınlığını atlatıp bebeğimin annesini sordu. Neydi, neciydi bu kadın? Ölü müydü, diri mi? Akıbeti ne olmuştu? Hayır, dedim. E şıkkı hiçbiri... Sessizlik... Dudaklarını gerdi. Kaşlarını martı kanatları gibi çattı ve ''Yalanını yiyim senin!'' demek istercesine ''Gördüm ama bu kadar yalancısını görmedim.'' dedi.
Let me explain! Let meee!! diye bağırmış olmalıyım ki minik kızım uyandı. Sakinleştim çünkü babasını böyle görmemeli. ''Açıklamama izin ver lütfen.'' dedim. İzni beklemeden anlatmaya başladım. Hayatımı herhangi birine bağlamak anlamsızdı benim için. Evlenmek benim adıma makul değildi. Hatta olanaksızdı. Ancak iftihar ettiğim spermlerim dolayısıyla muhteşem olacağını düşündüğüm evlatlarımın bir şekilde meydana gelmesi gerekiyordu. Şahane soyum fevklerde devam etmeliydi. Şaka tabi!
Evlat sahibi olmanın yollarını aradım. Evli olmadığım için evlatlık edinemiyordum. ''Bir ihtimal daha var o da taşıyıcı anne ne dersin?'' dediler. Gayet mantıklıydı. Sonra acı gerçeği öğrendim. Yediğim hurmalar GDO'lu çıkmıştı ve tırmalama işi çok erken geldi. Serkeş yaşam tarzım ve alışkanlıklarım sonucunda spermlerim artık eskisi kadar sperm değilleri. Bu iş de yatmıştı. Dünya başıma yıkılmış, soyumu devam ettirip krallık kurma hayallerim paramparça olmuştu. Sonra yine aynı ses. Selma Hünel... Ezel'in en karizmatik karekterlerinden biri bana yine seslendi. ''Bir ihtimal daha var o da sperm bankası...'' Benim olmayan spermler, benim olmayan bir kadını gebe bırakacak ama ne hikmetse bebek benim olacaktı. Oldu! Aradan 36 ay geçti. Kızım Martı, 27 aylık...
Hep ben anlattım biraz da sen bahset kendinden diyivermiştim ki sade kahvelerin hesabını da bana kitleyerek, 3 dakika 41 saniye içinde uzaklaşmadan önce dudaklarından şunlar döküldü.
Senin yalanını seveyim!
Kızım uyandı eve gitmeliyim...
Eve dönerken bebeği gerçek ailesine teslim ettim. Yavrucağı geç götürdüğüm için fırçamı yedim. Kendi bekar evime çekilip çılgın bakirelerin çılgın rüyalarından korunmak için yorganıma sarıldım. Yalnızlığımı yastık edip uyudum.