Gecenin bir yarısı uyanmıştı yine. Her seferinde yaptığı gibi çatı katındaki evinin üçgen penceresinden bakarak saati tahmin etmeye çalıştı.

'İnsanlar tek tük, araba sesi yok gibi, kuşlar da ötmüyor, 03.00 civarı''

Doğru bilmişti, yataktan doğruldu ve komik derecede küçük olan dairesindeki bozuk buzdolabından gelen vızıldama sesini bastırması için eski bir şarkı açtı. Köşedeki kutu yığınına takıldı gözü. Her şeyle duygusal bağ kurardı, faturalar, çikolata kağıtları, eski kıyafetler, kartlar, jetonlar... Eline aldığında yaşadığı eski hislerden mutluluk duyardı bir zamanlar, şimdi ise sadece atmaya kıyamadığı ama değersiz olduğunu bildiği bir tepeciğe dönüşmüştü bu anı kapsülleri. Belki bu yüzden yapamıyordu bu çöpe atma işini, kendini onlar olmadan düşününce bomboş bir et yığını canlanıyordu kafasında.


Şefkatli tek bir bakış görmemişti bu betonarme şehrin beton soğukluğundaki insanlarında. Gerçi kimseden görmemişti, çocukluğu çok da mutlu değildi ama üstüne düşünmek istemedi. Hiç mutlu değildi, hiçbir şeyden mutlu değildi, en çok da kendindeydi bu pasif agresif üzüntüsü. Dengesizdi, çirkindi, başarılı değildi, ortalama hatta sıradan bir insan bile değildi. Hiçbir şey değildi, kendi hayatında bile bir yeri yoktu. Fazlalık, istenmeyen ve sevilmeyen biriydi kendi ruh şehrinde. Kendine göre bir düzeni vardı, kendine göre bir hayatı, bakışı ve yaşayışı vardı. Hatta kendine göre bir saati vardı, az uyur, çok düşünür ve hiçbir şey yapmazdı. Değişikliği sevmezdi, yeniliğe ise alışkın değildi ama en az üç aydır oturmadığı sandalyelerden birine oturdu ve ritüelini başlattı.


Geçmişe daldı, geleceği düşündü, şimdide takıldı. Ne yapıyordu? Bu bozuk uyku düzeniyle ve dizginleyemediği sigara bağımlılığıyla, iş bulamayışı ve parasızlığıyla, köşeye sıkışmışlığıyla... Hayalleri vardı ama hevesi yoktu, parası yoktu, umudu yoktu, çaresi ve arkasını yaslayacak bir duvarı yoktu. Acı dolu bir gülümsemeyle baktı minik penceresine, gözleri su ısıttığı ketıla kaydı. Evinin tamamı olan odaya göz gezdirdi; tozlu yerler, kirli pencere, köşedeki çöp kutusundaysa en az yirmi boş sigara paketi ve plastikler. Yılların sararttığı bazasız bir yatak, köşede duran ve asla kullanılmamış iki sandalye. Buydu, hayatı bunlardan ibaretti. Ölse haberinin verileceği kimse yoktu, yaşarken de kimsenin ondan haberi yoktu. Algıladığı gerçekle çok derinden sarsıldı. Hayatı boyunca suçladığı nesneler, anlam yüklediği her bir eşya, hayatında olan insanlar olabilecek en net şekliyle gözünün önündeydi ve bu gerçekle hepsi bir bebek kadar masum olarak aklanmıştı.


Zaten bomboş bir et yığınıydı.