Kesinkes bir tanımdır
dudaklarının kenarı.
Bir bunaltıdır düz durduğu vakitler,
Paris’te barikat başlarında dövüşenlerin haberi gelince
açılır iki yana bir kuş uçumu olur
gözlerin gökyüzü…
Bir şeyleri anlamaktan korktuğumuz,
dışımızda değil
bizi de içine alarak kopan
her gün kopan kıyametin sabahlarında
ısmarlama bir hayata mı uyanıyoruz yoksa?
Bir tanım olmalı parmakların
gecenin sırtında gezinen,
gecenin çığlıklarını susturan
bir sessizlik tanımı belki de
saçların tüm seslerin örtüsü…
Epeydir sesi duyulmuyor dövüşenlerin
yenildiler mi dersin bastırıldılar mı?
Uzunca vakittir düz duruyor dudakların
olanaksızlığa mı inandık acaba hep birlikte
onu imkân yaratmanın heybetinde mi ezildik?
Tanımları tersine ne çevirir?
Kolların becerebilir mi bunu?
Süslü püslü laflara hacet yok belki de
dövüşenlerin sesi gelsin diye
bir yerlerde, köşelerde
gece vakitlerinde
sessiz kalıyorsa insan
söze ne hacet…
Küçük bir çocuğun kafasını yana yatırmasına gülüyor,
huysuzlanmasına kaygılanıyor görünür insan şimdilerde,
bir sözün ağırlığından sekip
kolların birbirinden uyumsuz, iğreti salınımına hırs eder duruyor
böyle olur bazı mevsimler insan da
yoksa ağaç meyve vermiyor diye
ağaçlığından geçilir mi?
Sessiziz, kimsesiz belki de
ya da hep birlikte duyamıyoruz
diğer kimsesizlerle
buluşacak gün için olamaz mı suskunluğumuz?
İster avuntu olsun bu sorular
ister manasız konuşmalar
sessizlik denmez belki bu olanlara
kim bilir
biri alır olanları ses kısıklığı diye tanımlar
Kolların diyorduk
elbette becerebilir bunu
dillerin çözebilir sessizliği
saçlarının altından kuş cıvıltıları da yükselir
dudakların da uçar gözlerinin üzerinde
yeter ki hırslı sessizliklere,
iğreti salınımlara aldanmayalım
hayat söylenmemiş aşkların sırrında,
kopmamış çığlıkların bağrında
yeşeriyor alttan alta
fısıltıya çevirmeyelim çığlığı
sessizce konuşalım.
Şimdilik…