”… Tante Rosa bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır…”
Hayatı içinden geldiği gibi yaşamaya çalışırken zaman zaman kaybolan ama asla denemekten vazgeçmeyen Tante Rosa.
Sevgi Soysal’ın İletişim Yayınları tarafından yayınlanan kitabı, “Tante Rosa at cambazı olamadı” ile başlayıp “the end tante rosa” ile biten toplam on dört hikaye içermekte. Yazar, ayakları sağlam basmaya çalışırken bir balerin edasıyla yürümeye meyilli, toplum tarafından başarısız kabul edilen ve yaşamında çokça yaygara koparacak seçimler yapan bir kadın karakterin hikayesini anlatmakta.
On dört öykünün her başlığının küçük harflerle yazılması, Tante Rosa’nın kendi dünyasında çok sesli, başkalarının dünyasında ise sağır edici bir sessizlikle karşılanmış olmasından belki. Yaptığı her seçimin tuhaflığı ise duyulma isteğinden dolayı, var olduğunun kanıtı niteliğinde gibi. Ona dikte edilen kadınlık rollerini kabul etmemekle, kendi dünyasında kaybolmuş görünse de kendi seçimlerini yapabilmenin özgürlüğüne sahip. Uyulması beklenen rollerin kısıtlayıcılığına katlanamayıp kaçacaktır Tante Rosa. Ne kadar yanlış kararlar da alsa bağımsız olmaya sığınacaktır.
Kendini bulma yolculuğundaki Tante Rosa’nın ilk öyküsünün adı aslında bir ipucu niteliğinde. “At cambazı olamadı.” Tante Rosa yaşamında bir şey olmak zorunluluğunu hissetmeyi hiç sevmez, anlık davranmayı huy edinir, pek çok şeyi denemekte cesur olsa da toplumun gözünde yine bir şey olamayacaktır öyle ki öldüğünde bile kimsesiz kalır. İlk günden itibaren ona rehber olan Sizlerle Başbaşa dergisi bile onu son günlerinde yalnız bırakacaktır.
Toplumun her bireyi bir kefeye yerleştirme çabasına karşın Tante Rosa bir öyledir bir böyle. Rahibeler okulunda olup, aforoz da edilir, bir papağanın peşine de düşer, sürekli iş de değiştirir fakat bunların hiçbiri onun bir grand düşes olduğunu unutturmamalıdır. Damgalanmış olduğu gerçeğini de…
Çocukluğundan itibaren hayallerle dolu aklının bir türlü olgunlaşmayacağına şahit olacağımız Tante Rosa, tüm kurallara meydan okurcasına bir rastgelelikte yaşar yaşamı. Plansızlığın sözlük anlamı gibidir adeta. Toplum tarafından dışlanacağını düşünerek yaptığı evliliği bitirip, çocuklarını geride bırakacaktır. Kadının anne olduktan sonraki kimliğinin yalnızca anneye evrilmesi sebebiyle tabii ki hoş karşılanmayacaktır bu durum. Tante Rosa’nın yaşamı bir terkediştir. Bu terkedişler onun tarafından umarsızca gerçekleştirilmiş gibi görülse de bu durum onun için tıpkı çölde Harese dikeni yiyen develerin durumu gibidir. Sevgili Zülfü Livaneli Huzursuzluk adlı romanında şöyle anlatır; develerin bir kez yediği zaman, ağzı kanayıp tuzlu kanın tadı hoşuna gittikçe daha çok yemesine ve sonunda da kan kaybından ölmesine yol açar Harese dikeni. İşte bu diken gibidir Tante Rosa’nın her denemesi. Adeta canını ne kadar acıtacağının denemesini yapar gibi atlar tüm başka başka kişilere, işlere, mekanlara. Başarısızlıkla sonuçlansa da vazgeçmez denemekten, yaşadığı her mağduriyette devam etmeye yeminli gibidir. Öyle ya onun için bir bölüm bile vardır. Tante Rosa yaşamakta ısrar ediyor…
“O Rosa ki ne bir nokta ne de bir virgüldür. O Rosa ki başkası tarafından verilmiş bir ad, başkası tarafından çektirilmiş acılardır. O Rosa ki beceriksizliklerde ısrardır. O Rosa ki kimseye bir şey öğretmeyip, kimseden bir şey öğrenmeyendir. O Rosa ki düşünde kendi cenazesine gelenleri görüp kendi ölümüne ağlar.”
Oradan oraya sürüklenir Tante Rosa. Yaşam hızlıca akıp gitmiştir. Başkalarının doğrusuna uygun olmadığı iddia edilirken, o bunu dert etmemiştir. Her şeyi birbirine karıştıran Rosa, ilkbaharda uçuşan kavak pamuğudur. Bu benzetme tam da Rosa’ya göredir çünkü kavak ağacındaki pamukçuklar, polenlerin rüzgârla dağılmasını kolaylaştırır. Rosa da en ufak bir rüzgârla oradan oraya savrulan bir pamuk ağacı gibidir, gittiği hiçbir yerde tutunamaz, sevilmez, rahatsız edici bulunur ve ait hissetmeye fırsat bile bulamadan dağılır gider...