Yitip giden kişiliğime üzülüyorum. Neşeli, hareketli o kıır kıkır kızdan geriye ne kaldı? Geceleri bu konuyu deşmemek için ilaçlarla uyuyorum. Ne oldu da dindi ateşim, soldu gülüşüm? Kim yaptı bunu? Yavaş yavaş pişen, piştiğinin farkında olmayan haliyle zıplayıp kaçamayan -ki belki zaten bacaklarını da kesmişlerdir- kurbağa misali oldu her şey ya da bilmiyorum kırılma noktalarını es geçişimle de ünlenebilirim. Büyük şeylerle başa çıkabiliyorum sanırım hatta ölümümün küçük bir taştan geleceğini de biliyorum.
Yok olma gücünün elimizde oluşunun getirdiği ferahlık, nefret ve üretim hayatta kalmamın yegane sebepleri. Öfkemin kırgınlık olarak baş göstermesinden nefret ediyorum. Canımı yakanlara gülümseyip -hatta affetmememe rağmen gülümseyip- öfkemi açığa çıkartmamak. Devamında bir klasik olarak kendi bağırışına uyanmak. Neden böyle oldu sorusunun basitliği ve çocuksuluğunu bir kenara bırakamadığımdan çok matah bi şeymiş gibi her şeyi olgun bir anlayışla karşılamaktan bıktım. Fevri, yakıp yıkan biri olmak, hayaline dahi özenilecek kadar uzak bir şey.
Kendimi dizginlemek, bunu keşke hiç öğrenmeseydim. Saçmalığa tepki göstermek yerine haksızlığa tepki gösterseydim. Garipleşmeseydim. O meşhur tabirin ben de kurbanıyım, keşke yabancılaşmasaydım nefes almaya, nasıl yaşanacağını bilerek bu kadar uzağa gitmeseydim hayattan. Bildiklerimi unutsam
tekrar da öğrenmesem.
Kabullenişime kızmasam, çaresizliğime küfretmesem.
29.10.2024