Şehrin en dışından, hiçbir yer bölgesinden daha da uzakta olduğunu ölçebildiğim kulak çınlatıp denge bozan, günlük rutinde olmaması gereken sesler gelmeye başladı. Hissi; kol ve bacaklarımdan canımın çekildiği, yüzümün kireç gibi olduğu ani anların vurgunu gibi. Bakırcılar çarşısı akustiğinde dilediği yere çarpan makamları var. Yer yer uzayan, bazen yankı bulacakken giotinle kesilmiş gibi duruveren. Bir şey böyle adımlayıp yaklaşıyor zamanı ve mesafeyi. Kaçış ve koşuşturmaların ardından caddeler ve sokaklar hızla boşaldı, dışarıda çok az kişi kaldık. Biraz sonra yönümüzü aynı anda güneydeki dağa çevirdik. Uzun zincirlerin ucunda bir terazi kefesi tepeleri aşıp şehrin üstünde rotasız salındı ve bir kefe daha aniden görünüp savrularak ilkinin peşinden şehre vardı. Hemen sonra zincirler bu kez merkezden dağa doğru geriledi.
Zincirler yükseliyor kefeler havalanıyor, devasa kadın silüeti pastel ışıltısıyla dağın kudretini aşıyordu. Gelmez sanıyordum gelmişti,
hiç var olmadı diyorlardı vardı;
"Themis Bronz Dişi"
Varlığına inanıyordum, inanmayanlar daha çoktu. Yine de yok edici bir şekilde gelmesine ve sırf ben demiştim! diye sevinecek değildim. Doğurgan olmadığını duymuştum, doğum çeşitlilik demekti; birilerini sevip birilerini sevmeyecek çocuklar doğurmadı.
Mizaç istemiyordu, bakış açısı ya da yorum; bu yüzden hep tek başına tasavvur ettim onu, öyle de oldu tek başına geldi. Kamu binalarının olduğu caddenin orta yerinde şu duyguyla durdum gelişini seyrettim; onca eğriliğin kirliliğin arasında dosdoğruyum, mızrak gibiyim demek ,kaçışmak, çark etmek yok! Bekleyeceğim, neyi yok etmek istiyorsa nasipleneceğim...
Tüm erkler mağrur paçavralarını soyunup çoktan ortadan kayboldu. Şehir, yollarında sade vatandaşlarıyla sanrılı bir seyre daldı.
Ve Themis olduğumuz yere göz açıp kapayıncaya kadar ulaştı. Terazisini sırasıyla önce bankalara ve vergi dairesine vurdu, bizi gördüğünü bile sanmıyorum. Bakanlıkların düzinelerce binasına doğru yürüdü. Eğitim, sağlık vesaire. Bazı binaları zincirleri yıkarken, bazılarını elinin tersiyle yere yığıyordu
Bakanlıkların temelini ve omurgasını oluşturmak uzun yıllar almıştı, ama şimdi yeniden inşa etmek gerekecek.
Son bir bina kalmıştı, zaten o da -son bir tane daha var; der gibi adımlıyordu caddeyi. İlerledi ve birden durdu dönüp bize baktı molozlara dolanan terazisinin zincirlerini bir çırpıda asılıp temizledi, yüzünü adliye binasına çevirdi; coşkulu ve kontrolsüz bir hızla girişte duran kendi heykelini yerinden kopardı, şehrin belki de atmosferin dışına fırlattı, binaya hiç dokunmadı. Ardından sembolü ve kendisi peş peşe gözden kayboldu.