Bilim, insanlığın evreni anlamaya çalıştığı bir yolculuk. Ancak bu yolculuk iki farklı güzergâhtan ilerliyor: Doğa bilimleri ve sosyal bilimler. Doğa bilimleri, evrenin kanunlarını keşfederken gözlemlerle, formüllerle ve keskin matematiksel modellerle ilerlerken; sosyal bilimler, insanın toplumsal yapısını, kültürel dinamiklerini anlamaya çalışır. Biri genellikle kesin sonuçlara ulaşmaya çalışırken, diğeri çok daha soyut ve karmaşıktır. Ama belki ikisi de, bir şekilde aynı amaca hizmet eder: Dünyayı anlamaya.

Toplumlar, doğa gibi belirli bir düzen içinde hareket etse de bu düzenin tanımlanması, doğadaki fiziksel yasaların kesinliğiyle aynı şekilde yapılmaz. Peki ya bu iki alan, göründükleri kadar farklı mı? Doğa bilimleri ve sosyal bilimler, birbiriyle benzer dinamiklere mi sahip, yoksa tamamen farklı dünyaların temsilcisi mi? Bazen bir toplumu ya da sosyal yapıyı anlamaya çalışırken, belki de doğa bilimlerinde karşılaştığımız kavramlara başvurmak, farklı bir perspektif sunabilir. Belki de doğa yasaları, toplumsal yapıları anlamamıza yardımcı olacak metaforlar sunar.


Ekonomi, çoğu zaman soyut bir kavram gibi gelir; matematiksel modeller ve ekonomik teoriler arasında kayboluruz. Ancak belki de ekonomi, tıpkı bir ses dalgası gibi düşünülebilir. Konjonktürel dalgalanmalar, tıpkı bir ses dalgasının yükselip alçalması gibi zaman içinde belirli bir ritme göre hareket eder. Bir ekonominin büyüme dönemindeki tepe noktasına, kriz dönemindeki çukur noktasına baktığımızda, ses dalgasındaki benzer bir yapıyı görürüz. Tepe noktası bir yükselme, çukur noktası ise bir düşüş anlamına gelir. Bu noktalar arasındaki mesafe, tıpkı bir sesin dalga boyunu ölçer gibi, konjonktürel dalgalanmaların süresini ve yoğunluğunu gösterir.

Konjonktürel dalgalanmalar ya da hızlı büyümeler de, ses dalgalarındaki ani sıçramalar gibi keskin, beklenmedik değişimler yaratır. Ancak, ses dalgası gibi konjonktürel dalgalanma da bir döngüdür. Her inişin, her çıkışın bir sonrasını hazırladığı bir sistemdir. Tıpkı sesin yeniden şekillendiği gibi, ekonomi de sürekli bir değişim halindedir. Bunu gözlemlemek, sosyal bilimlerin karmaşık yapısının anlaşılmasında doğa bilimlerinin sunduğu perspektifin ne kadar faydalı olabileceğini gösterir.


Bu konjonktürel dalgalanmalara benzer bir düzeni, termodinamik yasalarında da görmek mümkün.


Termodinamik, evrendeki enerjiyi ve bu enerjinin nasıl dağıldığını anlamaya çalışan bir bilim dalıdır. Özellikle entropi kavramı, bir sistemdeki düzensizlik veya dağılma eğiliminin ölçüsüdür. Entropinin arttığı bir sistem, düzenin bozulduğu ve düzensizliğin arttığı bir ortamı işaret eder. Peki, bir toplumda da aynı şekilde, içindeki enerjinin nasıl dağıldığını ve ne kadar düzenli olduğunu sorgulamak mümkün mü?

Toplumlar da, tıpkı fiziksel sistemler gibi, bir tür "enerji" akışı içerir. Bu akış, bireyler arasındaki etkileşimlerden, kültürel üretimden ve toplumsal dinamiklerden doğar. Zamanla, bu enerji daha düzensiz bir hale gelebilir. Toplumlar, termodinamik sistemler gibi, sürekli olarak entropi üretirler. Bu, toplumsal değişimlerin kaçınılmaz bir sonucu olabilir. Eğer bir toplumun entropisi yükselirse, düzenin yerini uyumsuzluk veya dengesizlik alabilir; tıpkı termodinamik sistemde olduğu gibi, bir yeniden denge kurma ihtiyacı doğar.

Sosyolojik açıdan baktığımızda, entropi, toplumsal yapının zamanla nasıl değiştiğini ve evrildiğini anlamamıza yardımcı olabilir. İnsanlar arasındaki ilişkilerdeki bozulmalar, kültürel değerlerin aşındığı ve toplumsal bağların zayıfladığı durumlar, toplumsal yapının entropi üretmesini sağlayan unsurlar olabilir. Bu süreç, toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik yapılarında bir tür bozulma, dönüşüm ve yeniden yapılanma anlamına gelebilir.


Termodinamikteki entropi kavramı toplumsal yapıları anlamamıza ışık tutarken, benzer şekilde genetik ve kültür arasındaki ilişki de bize derin bir bakış açısı kazandırabilir.


Genetik, bir canlının biyolojik yapısını ve davranışlarını belirleyen temel unsurlardan biridir. Aynı şekilde, kültür de bir toplumun yapısını ve bireylerin davranışlarını şekillendirir. Peki, genetik ve kültür arasındaki ilişki nasıl tanımlanabilir? Tıpkı genetik bir kodun, bireylerin fiziksel özelliklerini belirlemesi gibi, kültürel kodlar da bir toplumun değerlerini, normlarını ve davranış biçimlerini şekillendirir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu kodların zaman içinde değişebilmesidir.

Genetik bir mutasyon, biyolojik yapıyı değiştirebilir; tıpkı bir kültürel değişim, toplumsal yapıyı dönüştürebilir. Kültür, genetik gibi, nesilden nesile aktarılabilir; ancak zamanla evrim geçirebilir, değişebilir. Toplumlar, kültürel olarak ne kadar "sabit" görünse de, sürekli olarak yeni değerler ve normlar üretir. Bu, kültürün, tıpkı genetik gibi, bir evrimsel süreçten geçtiğini gösterir.


Kültürün evrimsel süreci ile genetik değişimler arasındaki paralellikleri gözlemledikten sonra, toplumun metabolizmasına dair bir örnek vermek de yararlı olabilir.


Hücre metabolizması, bir organizmanın hayatta kalmasını sağlayan biyokimyasal süreçlerin toplamıdır. Aynı şekilde, toplumlar da bir tür "metabolizma" süreciyle işler. Her birey, tıpkı bir hücre gibi, belirli bir işlevi yerine getirir ve bu işlev, toplumun genel işleyişine katkıda bulunur. Bu iş bölümü, bir toplumun düzgün işleyişini sağlamak için gereklidir.

Toplumlar, hücrelerin işlevlerine benzer bir şekilde organize edilir. Her birey ya da grup, toplumsal sistemde belirli bir role sahiptir. Bu iş bölümü, toplumsal uyumu sağlar. Ancak, tıpkı hücre metabolizmasındaki bozulmalar gibi, toplumda da bir işlevsel bozukluk meydana geldiğinde, bu düzen bozulur ve toplumda kaos başlar. Sosyal iş bölümü, toplumların işleyişini sağlayan önemli bir yapı taşır.


Hücrelerin işlevsel bir bütün oluşturma biçimiyle toplumsal iş bölümü arasındaki benzerlikleri ele aldıktan sonra, atomların çekim gücüne dair örnekle bir adım daha atabiliriz.


Atomlar arasındaki çekim gücü, doğadaki en temel kuvvetlerden biridir. Bu kuvvet, atomları bir arada tutar ve daha karmaşık yapılar oluşturmasını sağlar. İnsanlar arasındaki ilişkiler de benzer bir şekilde şekillenir. Toplumlar, bireyler arasındaki bağlarla varlıklarını sürdürürler. Atomların birbirini çekmesi gibi, insanlar da duygusal, kültürel ve sosyal bağlarla birbirlerine çekilirler.

Atomlar arasındaki çekim bazen çok güçlü olabilir, bu da moleküllerin sağlam ve kararlı yapılar oluşturmasına yol açar. İnsanlar arasındaki ilişkiler de aynı şekilde güçlü ya da zayıf olabilir. Güçlü toplumsal bağlar, bir toplumun temel yapısını güçlendirirken, zayıf bağlar toplumun çözülmesine ya da dağılmasına yol açabilir. Bu çekim gücü, toplumsal yapıyı şekillendiren ve toplumun düzenini sağlayan bir etken haline gelir.

Atomlar arasındaki çekim, maddeyi oluşturan yapı taşlarının bir arada durmasına olanak verirken, insanlar arasındaki ilişkiler de toplumsal yapının temel taşlarını oluşturur. Atomlar nasıl ki bir molekülün bütünlüğünü koruyorsa, insanlar arasındaki ilişkiler de bir toplumun bütünlüğünü korur.


Doğa bilimlerinden aldığımız dersleri toplumsal yapımıza entegre etmek, yalnızca sağlıklı ve sürdürülebilir bir toplum yapısı kurmanın önünü açmaz, aynı zamanda toplumsal gelişimi hızlandırarak karşılaştığımız sorunlara yeni ve etkin çözümler üretmemize de olanak tanır. Bu şekilde, doğa yasalarındaki düzeni ve dengeyi toplumsal bağlamda uygulayarak, daha verimli ve uyumlu bir toplum inşa etme fırsatını elde edebiliriz.