Gözümü açtığımda bir sahil kasabasında olacağımı hayal ediyorum, bir kayığın üstünde güneşe bakacağım ya da kuşları selamlayacağım. Neresi olduğu fark etmez dağların sahibinin, bu gördüğüm çimler bir gün solabilir, bu kıyıya vuran dalgalar bir gün buhar olabilir. Geçsin gerekirse, geçip gitsin bu sahil kasabasının insanı, nerede buluşuruz tekrar bilinmez, belki de görmem bir daha onları, ama en azından şimdi göreyim onları gözümü açtığımda.

Karanlık.

Hiç açmadım gözümü, gerçi açtım biraz ama göremedim. Gördüm belki, ama seçemedim. Benim olduğum yeri sizsiz olarak nasıl anlatırım size bilmiyorum ama başlıyorum.

Sessizlik.

Etrafımda toprak var. Islak, tenime değdiğinde içimi gıdıklayan, beni biraz üşüten ama titretmeyen, gözlerimin arkasına kadar giremeyecek ama mutlaka tırnaklarımın içinde yer edinecek türden ıslak bir toprak. Yürüyenlerin sesini duyuyorum, bazen bir köpek geliyor yakınlara, her adımının bu toprağı nasıl titrettiğini hissediyorum. Genelde bana doğru gelmiyor, arada sırada bir kelebek kovaladığında, normalden aç olduğunda ya da buraya doğru güneş vurduğunda yaklaşıyor bana. Yaklaşması pek hoşnut ediyor beni, gitmesin istiyorum ama hep gidiyor, zaten gideceğini bile bile burada yatmasını diliyorum, bilerek kelebeklerin yaratacağı rüzgârı bekliyor ama bu küçük canavarlar gittiğinde de hiç şaşırmıyorum. Neden bu köpeği beklediğimi de bilmiyorum. Zaten beni bulamaz, göremez ve duyabilecek olsa bile duymamazlıktan gelir. Duymuyor sanırım. Duysaydı mutlaka beni bulurdu, ya duymuyor ya da duymamazlıktan geliyor dedim ya. Gelse bile, gerçekten benim toprağıma gelse bile beni buradan çıkaramayacağını da biliyor, sadece bu toprak yığınının yakınında bir can hissetmekten mutluluk duyuyorum. Bunları size anlatmamın pek bir sebebi de yok, siz beni duyamazsınız, nerede olduğumu bilemezsiniz, bu toprağın neden burada olduğunu anlayamazsınız. Bu sebeple anlatıyorum size nerede olduğumu, anlayın diye ama anlamayacağınızı biliyor, sadece kelebeklerin size ne kadar yaklaşabileceğini merak ediyorum.

Dedim ya toprak var etrafımda, bir gece girdim buraya. Nerede olduğumu bilsem size adım adım anlatır, kazma küreklerinizle bir anlamı varmışçasına beni buradan çıkarmanız için size yalvarırdım ama artık nefes de almıyorum.

Nefessiz kalıyorum.

İlk önce kollarım alıştı burada olmaya. Hissizleştiler, uyuştular gerçi ilk önce. İlk birkaç hafta hareket ettirebildim onları. Özellikle sağ kolum, sağ kolumun başparmağı çok uzun süre dayandı burada kalmaya. Çok sıkıldığımda onu sağa sola, gerçekten ruhum içimden çıkıyormuş gibi hissettiğimde de aşağı yukarı doğru hareket ettiriyordum onu. Bir doktor önermişti bunu sabah programlarından birinde. Parmaklar, dedi, sizin kalbinizdir. Nereye doğru hareket ettirdiğinize dikkat etmeniz gerek. Çok ciddiye aldım bu öneriyi, o yüzden parmağımı ne kadar sıkıldıysam o kadar hareketlendirdim, çok korktum kalbimin hareketsiz kalmasından.

Kalbimin benim olmaya devam etmesini çok istedim.

Gel zaman git zaman kollarım vazgeçti tabii. Pek de bir hikâyeleri yok. Parmağımın hareketsizliğiyle ilk karşılaştığım gün nefessiz kalacağımı, toprağın burnuma dolacağını, bu çürümemi bekleyen solucanın sonunda beni kendine yem edeceğini, yukarıda dolaşan akbabaların burayı eşip beni parça parça edeceklerini, kalbimin de en sonunda duracağını sandım. Ne kadar salakmışım. Aynı devam etti günlerim. Parmağım hareket etmedi sadece, onu da zamanla kabullendim. Bu sefer bacaklarım oldu en büyük eğlencem. Sol bacağımla aram hiçbir zaman pek iyi olmadı, o yüzden ona çok bulaşmadım. Sağ bacağım onun gibi değildi, ben yürüyebilirken hep daha büyük bir şevkle taşıdı beni, sol bacağım durup durup bana küfürler saydırırken sağ taraftan hep bir ninni işittim. Yine güzel günlerdeki gibi hoş bir melodi beklerken ben, sağ bacağımın da artık yorgun ve hevessiz olduğunu gördüm. Suçlamadım onu, aylardır aynı yerde yatmaktan varlığını unutmuş ama bunun da yeni bir şey olmadığını er ya da geç idrak etmişti. Yavaş yavaş hareket ettirdim bu yüzden onu. Hareket dediysem de yanlış anlamayın, sağ bacağımın tam yanındaki çiçek köküne biraz biraz dokunabilecek kadar oynattım onu sadece. Öyle çok da bir fark olmadı, uzun süre hep aynı hareketleri yaptım. Bu arada kökünü sürekli olarak titrettiğim çiçek soldu. Solmadan önce de bana “Siktir git artık buradan,” dedi. Üç günlük ömrüyle kime laf attığını sanıyorsa beyinsiz. Ben buradayım hala, oysa uçtu gitti. Herhalde rahatsız oldu sürekli dokunmamdan ona, ben sana dokunmasam seni koklayan var mı, diye soramadım ona. Ben olmasam kimse senin varlığını bilecek miydi, olmuş olacak mıydın burada, bunların hiçbirini dillendiremedim ona. Sorabilseydim de bir şey değişmezdi zaten, pek sevmemiştim rengini çiçeğin.

Bacaklarım da yavaş yavaş kendilerini kaybettiler. Sol bacağım zaten baştan vazgeçmişti benden, ama sağ bacağımın durmasına biraz üzülmedim desem yalan olur. Neyse ki kollarımın durması kadar korkutmadı bu sefer olanlar, beklenmedik de değildi.

Düşündüm sonra, belimi oynatacak yerim yok, kulaklarım desen hareketsiz, ağzımı açacak olsam her yerime toprak dolar, gözlerim zaten artık çürümüşler, dilimi oynatsam hemen susuzluktan ve dişlerime değmekten kanıyorlar, e o kanayınca benim yutkunmam gerekiyor, yutkununca boğazımdan hiçbir şey geçmiyor, en sonunda da dayanılmaz bir öksürme isteğiyle baş başa kalıyorum ama ciğerlerime toprak dolmasın diye bu dinmek bilmez isteği durdurmak için ruhumu bıçakla bir bir doğruyorum.

Yani, artık hareket edemiyorum.

İşte, asıl mesele ondan sonra başlıyor. Neden bu toprağın altında olduğumu düşünmeye başlamam yani. Hatırlamıyorum kim soktu beni buraya. Varlığımı yukarıda arayan olmuş mudur emin değilim, muhakkak bir iki kişi yokluğumu fark etmiştir ama bir gece yarısı kendimi toprak altında bulduğumu tahmin edecek kadar beni düşünen varsa da, benim haberim olmadı hiç. Neden burada olduğumu bilmemekle beraber, bir tahminde bulunabilirim. Ben rüyamda bir sahil kasabasında olmak istedim, güneşi hissetmek, bir anlığına da olsa huzurlu olmak. Huzurluyum şimdi. Rüyadayım, muhtemelen yani. Gözümü açsam da bitmeyecek bir rüya olması bir şeyi değiştirmez. Tabii, böyle değildi benim rüyam ama bilirsiniz işte, ne dilediğine dikkat et vesaire. Dikkat etmeden bir hayal kurdum, boğazıma toprak kaçarsa beni uyandırın.