En çok düşündüğüm konulardan biriydi. Bu konuda da yalnız olduğumu asla düşünmüyordum. Bayrak, “Evet ben de varım!” der gibi çıkıveriyor karşıma: Kuşak Çatışması.
Tabii bu kitabı sadece bu başlık altında ele almak haksızlık olur. Kuşak çatışması, annelik kavramı ve aile içi ilişkiler de işleniyor bolca. Cumhuriyet’in ilk yıllarından 2000’li yılların başına kadar geçen sürede, bu kavramların değişimi gözlerimizin önüne seriliyor. Yaklaşık yüz yılda nereden nereye gelmişiz, diyoruz. Bu değişim olumlu mu olmuş yoksa olumsuz mu olmuş, artık takdir okuyucuların.
Ümit, emekliliği yaklaşmış bir gazetecidir. Anneler Günü’ne özel bir röportaj hazırlamak ister. Bunun için de eski arkadaşı olan Emel’in annesini seçer. Emel ile Ümit yıllardır görüşmemektedir. Kendisini bulup mail atmayı tercih ediyor. Numarasını yazmasına rağmen arkadaşı da onu aramaya cesaret edemiyor. Bayrak, aslında ülkemizin gerçeklerini de ortaya çıkarıyor. Bu iki arkadaş, yıllar sonra bir araya geldiklerinde aynı siyasi görüşün farklı dalına mensup olduklarını anladıklarında birbirleriyle bir daha görüşmüyorlar. İşte görüyoruz. Ne kadar acı. Ümit, röportajı yapmıştır. Gazetede yayımlarken kullanmak istediği eski bir fotoğraf vardır. Onu ararken geçmişinde kayboluyor. Biz de Ümit’in annesine, Emel’e ve Emel’in annesine gidiyoruz. Bu arada Ümit’in ve Emel’in kızlarına da uğruyoruz zaman zaman. Kitabın kapağında yazarın ismi yer almasa, bu kitabın üç farklı kişi tarafından yazıldığını söyleyebilirdim. Çünkü anneannelerin dili, kızların dili ve torunların dili kendilerine uygun ve akıcı bir biçimde verilmiş. Okurken sizi yoran, takılıp kalacağınız bir cümle veya sözcük yok. Kitabı okunur yapan en büyük özellik de bu değil midir zaten?
Günümüze yaklaştıkça karşılaştığımız değişiklikler bizlere gülünç geliyor bazen. Anneannenin en büyük hayali; sokakta tek başına yürümek olurken torunu kendi başına eve çıkmak istiyor. Sadece şu cümle bile insana, “Vay be!” dedirtmeye yetiyor. Kitabın sonlarına doğru Ümit’in tiyatro okuyan kızı Özgür’le iyice sohbet havasına giriyoruz. Samimi üslubunu her sözcüğünde hissettiğimiz Özgür, blog hesabında kendine ve insanlığa dair birçok çıkarımda bulunuyor. “Altına imzamı atarım.” diyebileceğimiz türden bu cümleler: “Dünya bir tiyatro sahnesi derler. Hiç de bilem, provasız sahneye çıkılmaz.” “Tepeden konuşmayın, rüzgâr sesimi iletir diye düşünmeyin. Siz orada duydukça kimse sizi duymaz.”
Emel’in kızı -o ise sinema okuyor- çektiği bir kısa filme dünyaları sığdırmış. Sadece bu bölümde bile Bayrak’ın bizlere verdiği mesaj bazı insanların ömürleri boyunca elde ettiğinden kat be kat fazla. İnsanları; kökeni, rengi, inancı, cinsel yönelimleri ile yargılamak büyük bir hatadır. İnsan sadece “insandır”. Beyazı da siyahı da, Müslüman’ı da Hristiyan’ı da… Bu sadece bizim problemimiz değil, bütün dünyanın problemi aslında. Bunu aşabilirsek şu an içinde bulunduğumuz durumlardan uzaklaşabiliriz.
Kitaba dair genel birkaç cümle söylemek gerekirse: Kadın, toplumun en temel yapı taşıdır. Onun yeri, görevi, belirli çizgilerle sınırlandırılabilecek kadar basit değildir.