Hayati tehlikesi geçeli çok oldu Melek’in, otuzlu yaşlarının ortasında artık. Hemen her sokakta, yolların kenarında zeytin ağaçlarının, kayısı ağaçlarının, köşe başlarında ise dut ağaçlarının olduğu sahil kasabasında mutlu bir kadın yaşıyor. Denize doğru yürürken, pembeli beyazlı zakkumları koklamadan geçmeyen Melek Kuş, soyadının aksine oradan oraya uçan biri değil. Böyle biriymiş gibi anlaşılmaktan öyle korkar ki yeni tanıştığı birine hemen açıklamasını yapar. Hemen sonra sorar: “Peki yaz siz adınızla, soyadınızla bir misiniz?” Onun bu sorusu karşısında bocalayan bakışlar, ne diyeceğini arayan dudaklar olur. Karşısındaki ne söyleyeceğini toparlamaya çalışırken o; gözleri, dudakları hızlıca süzer. Bazen cevabını almadan oradan uzaklaşır. Sözden önceki bakışlarda, dudak kıvrımlarında aradığı cevabı bulur tabii ya, işi bitmiş biri gibi yoluna devam eder. Bazen de alacağı cevabın bir önemi olmadığına ikna olur, beklemeye değer bir şey yoksa ne diye zaman kaybetsin Melek kuş. Ama son zamanlarda açıklama yapmaktan da soru sormaktan da vazgeçmiş bir hali var. Daha candan, daha yavaş olmak istiyor. Ayak üstü laflamalarla yetinmek istemiyor artık. Yetinemiyor, ahh, bir yetinebilseydi… Ondan daha da mutlusu olmazdı.


Mutlu tabii, mutlu. Bu rengarenk yerde, maviler içinde nasıl mutsuz olsun ki insan? Mutsuz değil, belki biraz özlemleri olan bir kuş Melek. Bahçesindeki zeytinin dallarına gelen kuşlar gibi yanına yöresine insanlar konsun istiyor.

Karşısındaki ev sahipleri gelmiyor, yıllar oldu yazın gelen giden de yok. Ama bu sabah bir değişiklik fark etti Melek, karşı bahçedeki uzayan otlar temizlenmiş, kapı pencere açılmış ev havalandırılıyor. Birden göğsünden kuşlar uçtu. Yüzündeki gülümseme genişledi. Gelecekler var demek ki diye düşünürken karşı evin arkasından bir adam çıktı. Melek’in baş sallamasını selam sanmış olacak ki: “Size komşu geliyor, beyler evi bir aylığına kiraya vermişler. Üç beş genç gelecekmiş.”


Melek: "İyi iyi, ne zaman geliyorlarmış onu da biliyor musun?"     


“Yarın gelirler herhâlde, evi havalandırdım. Temizliğini kendilerine göre yaparlar artık.”


“Tabii tabii.” el sallayarak içeri geçti Melek. O gün akşamı zor etti. Sabah kalkar kalkmaz bazısına lor, bazısına peynir bazısına ise kıyma koyduğu börekleri tek tek sardı. Perdeyi şöyle bir aralayıp baktı, karşıda bir hareketlilik göremedi. Börekleri dolaba attı, hareketliliği görünce fırına atmaya karar verdi.


Biraz dinlenmek için eline Mrs. Dalloway’i aldı, koltuğa uzandı. Sokaktan gelen fren sesine uyandı. Kitap elinde, gözleri yumulmuş. Doğruldu, karşıda bir hareketlilik vardı nihayet. Kuşlar gelmiş, arabadan üç kadın iki erkek indi. Ellerinde valizler, sıcaktan bezmiş ağırlıkla kapıya yöneldiler. İzlendiklerini hissetmiş gibi en arkadaki genç, etrafına bakındı. Melek kuş bahçeye çıkıp “Hoş geldiniz!” diye seslendi. Gençleri şöyle bir süzdü, yirmili yaşlarının başlarındalardı, belli. Gençlerden henüz içeri girmeyenler hoş bulduk karşılığını verdiler. Karşılığını alan Melek, “Ev uzun zamandır kapalı, biraz işiniz var. Bir şeye ihtiyacınız olursa seslenmeniz yeterli.” dedi gülümseyerek. Uzun boylu, kulağı küpeli delikanlı teşekkür etti; temizlik malzemesi almışlar. Melek kuş içeri girdi, içi kıpır kıpır. Börekleri fırına attı, bir de keyif kahvesi yaptı kendine. Kahvesini alıp sigarasını yakmak üzere balkona çıktı. Fırından gelen sesle içeri geçip börekleri çıkardı. Genişçe bir tabağa börekleri dizdi, üzerine bir de peçete serdi. Karşı kapıyı çalmaya hazırdı.


“Yoldan geldiniz, yorulmuşsunuzdur. Sıcak sıcak yersiniz gençler.”


“Aaa teşekkür ederiz, niye zahmet ettiniz?” dedi küpeli olan. İçeriden sarı, kısa saçlı genç kız çıktı.


“Kimmiş o, merhaba… Tabağı alsana Sefo. Teşekkür ederiz ya, ne güzel kokuyor. Selin ben.” diyerek elini uzattı.


“Melek Kuş ben de, afiyet olsun canım. Hadi oturun da soğumadan yiyin.” Melek Kuş, gençlerin masada toplanmalarını, her biriyle tanışmayı bekledi. İstediğini almadan oradan gitmeyecekti ve öyle de oldu. Her biriyle tanıştı, hoş boş etti. Selin: “Adın gibi meleksin.” dedi. Melek kuş, tam isimlerle ilgili muhabbete girecekti ki vazgeçti. Gülerek teşekkür edip artık kalkayım diyerek ayaklandı. Gençler de onu yolcu edip içeri geçtiler.

Bir saat sonra, dışardan sesler duydu. Gençler arabaya doluştular. Herhalde eğlenmeye gidiyorlardı. Gece geç saatte döndüler, yüksek perdeden kahkahalarını duymamak mümkün değildi.


Ertesi sabah Melek’i kahvaltıya çağırdılar, simit de almışlar. Melek’in göğsünden yine kuşlar uçtu. Onlarla gülüşüyor, hikayesini anlatıyor, onların deli doluluklarıyla dolup taşıyordu.


Bir hafta böyle geçti, Melek kuş gençlerin üzerinden ilgisini, alakasını, konuşuculuğunu hiç azaltmadı. Gençlerse bir haftanın sonunda Melek’i daha az görmeye, daha hızlı evden çıkmaya başladılar. Evlerine gelen çiçeklerden, böreklerden, açık bırakılan pencerelerden seslenilmelerden sıkıldılar. Önce fark etmedi Melek, aynı neşeyle devam etti yollarına çiçekler sermeye. Bir gün kendin aralarında konuşmalarına kulak misafiri oldu. Selin onu görmemişti. “Bu Melek de sıktı artık ya, şurada 1 aylığına tatile geldik, kadın salça oldu başımıza.”


Sessiz adımlarla eve geçti, nasıl olur da ondan sıkılmışlardı. Üstelik hala birlikte gülüyorlardı. Ama gülüşlerinde bir küçümseme, dudaklarında bir alaycılık vardı. Fark etmişti tabii, insan fark etmez mi… O gün ilacını almadan uzandı, bir aydır ilacı aldığı yoktu zaten, iyiydi. Arabanın çalışmasıyla son ses açılan müziğin sesini duydu. Gidişlerini görünce pencereyi kapadı. Ocağı açıp çakmağı ararken Melek kuş o an aklından genç kuşları uçurmayı geçirdi. Hem de öyle bir uçuracaktı ki en sona sarışın Selin kalacaktı. Gözlerinin içine bakıp tek el…


Oturma odasına geçti, hiçbir şey düşünmeyeceğini düşünerek gözlerini kapadı. Melek kuş oradan oraya uçan biri değildi ki yaşasın...