Eşimi kaybedeli sekiz ay olmuştu. İşten ayrılmış, cebimde kalan paraları evden çıkmamak için harcıyordum. Tüm masraf kalemlerim; alkol ve ihtiyaç kadar yemekti. Günler, perdeleri açmadan geçiyordu. Televizyon, eşimin yokluğunu bastırsın diye gece gündüz açıktı. Sekiz ay sonra ilk defa televizyondan gelen bir sese dikkat kesildim. ‘’Edebiyat dünyasının önemli ismi Yılmaz Üzer hayatına son verdi.’’


‘’Bir kölenin uykusu kadar güzelsin.’’ Yılmaz Üzer’in bu dizesi ile eşimin yüzüne ilk kez bir tebessüm kondurmuştum. Nedenini bilmeden o cenazeye katılmam gerektiğini düşündüm. Belki de bir teşekkür borçlu hissediyordum ona. Apar topar evden çıktım ve arabam ile Yılmaz Üzer’in defnedileceği şehre yola çıktım. Yol boyu aklımda Yılmaz Üzer’i yaşattım. Mezarlık, otogar ile yan yanaydı. Arabamı otogarın park yerine park ettim. Cenazeye daha vardı. Otogarda kahvaltı ettim. Çokça çay içtim. Vakit gelmişti. İnsan kalabalığının önünde Yılmaz Üzer bütün cansızlığı ile tabutun içinde o klişe tabirle son yolcuğunu gerçekleştiriyordu. Kalabalığa karıştım. Cenaze namazına katılmadım. Anlaşılan o ki onu tanıyanlar da katılmamıştı. Arkada sigara içerek ağlıyorlardı. Onları duyabileceğim bir yakınlığa ulaşmaya çalıştım. Yılmaz Üzer’in neden hayatına nokta koyduğunu merak ediyordum. İçlerinden biri ünlü müzisyen Erol’du. Erol’un ‘’Keşke o gece Candan’ın öldüğünü söylemeseydim.’’ dediğini duydum. Erol eşimin bir projesinde yer almıştı. Candan… Olabilir miydi? Uğurlamak için kilometreler aştığım yazar; şiirlerini, mektuplarına eşime yazmış olabilir miydi? Sormadan duramazdım. Kayıpla yaşayan bir insanın mantıksızlığı üzerimdeydi. Kalabalığın dağılmasını bekledim. O üç kişi bir süre daha mezarın başında yas tuttular. Uzaktan izledim. Çıkışa doğru ilerlediler sırayla bir süre sonra. Erol’un çıkmasını bekledim.


-Başınız sağ olsun.

-Eyvallah

-Size böyle bir güne rahatsızlık veriyorum kusura bakmayın. Az önce kulak misafiri oldum. Candan’ın ölümünden bahsettiniz. Eşim, Candan… Sizinle bir projede çalışmıştı. Biliyorum sırası değil ama eşimden mi bahsettiniz?

-Evet eşinizden bahsediyordum. Dediğiniz gibi sırası değil. Ama sizi de anlıyorum. Siz bana iletişim bilgilerinizi verin. İstanbul’a döndüğümde konuşabiliriz.


Onca yasın içinde duru bir mantığı vardı. Nasıl böyle sakin tepki verebildiğini çok sonra anlayacaktım.


Erol, söz verdiği gibi İstanbul’a gelince benimle görüştü. Yılmaz’ın Candan’a duyduğu adı konamayacak duyguyu, ilişkilerini, ayrılıklarını…


-Sizden bir şey rica etsem olur mu Erol Bey?

-Tabi, elimden gelen bir şeyse…

-Ben eşimi, Candan’ı çok özlüyorum. Elimde yalnızca onunla olan anılarım vardı ve hepsini tükettim. Eşimi, Yılmaz Üzer’in de gözüyle görmek isterim.

-Sizi anlıyorum. Ama bu olacak iş değil gibi sanki…

-Size yalvarıyorum.

Erol bir sigara yaktı ve söndürene kadar düşündü.

-Yılmaz’ın tüm defterleri bende. Size onları verebilirim. Sonrasında geri almak koşulu ile. Derdim yayın hakları ya da telif değil. O defterler de Yılmaz’dan bana kalanlar.

-Elbette. Çok teşekkür ederim.


Eşimi; en sevdiğim yazarlardan birinin kaleminden, günlüğünde okudum. Bitirene kadar ara vermedim. Tüm yazdıklarını okumam uykusuz dört günümü aldı. Tüm defterleri Erol’a geri verdim. Sonra hayata teşekkür ettim. Candan’ı Yılmaz Üzer’in gözleriyle görmediğim için. Tüm güzellikleriyle uğurladığım için ve en çok da hikayemiz bir sona kavuştuğu için.


Dostlarından izin alıp Yılmaz Üzer’i, Yılmaz Üzer’in anlattığı kadarıyla yazma kararı aldım. Çünkü hepimizin atladığı bir şey vardı. Göze güzel gelen kitap kapaklarının, okuyup üstünde yalnızca bir an durduğumuz cümlelerin, iltifat niyetiyle ezberlediğimiz dizelerin altında; tarifi imkânsız yalnızlıklar, eksilişler, sancılar, hayattan kopma pahasına ‘’kurcalayış’’lar yatıyordu. Yalnızca kağıt, yalnızca kalem biliyordu Yılmaz Üzer’in hikayesini. Kalanı yalnızca ‘’eksik’’.   






 


Günlük

Kaotik zamanın yılgın sabahı,

Uyandım.

 

Demliksiz çay ve öznel kahvaltı

Ağır romantikler aşıldı bu duyguyu,

Kandım.

 

İsimsiz bakışlar, yığınla bulaşık

Tertip biraz da iki kişilikti,

Yıkamadım.

 

Beynimin sağında hatıra ormanı

Her renkten baltacı, küfür gibi ıslık,

Dilim varmadı.

 

Seyyar mürekkep damlaları ve yağmur

Ruhum, denizde yoğrulmak istedi,

Tutamadım.

 

Boş sayfalara savurgan edebiyatı

Kimi vardı ki yalancı kantaron,

Rengine inandım.

 

Dar sokaklarda mahsulsüz nar ağaçları

Boş vermek bir nevi şartlı intihardı,

Boş verdim.