Lunaparkta dolanırken istek duyduğu uçan balonu ağlaya ağlaya aldırdı çocuk. Parmağıyla gösterip istediği balonu bileğine bağlatırken ağzı kulaklarındaydı. Annesinin baloncudan bir kaç metre uzaklaştıktan sonra evladının elindeki ipi çözüp tekrar bağlaması tipik bir anne güvensizliğiydi. 'Baloncu ipi fazla sıkmışsa çocuğunun bileğini acıtır mıydı?' tedirginliğine müsaade edemezdi. Anneler ipi o kadar güzel bağlarlar ki; eve gidip balonu çözdüğünüzde ne bir iz vardır ne de bir acı..
Fakat çocuk için; 'bilekten kurtulduktan sonra tavana yapışıp kalan balonun; ertesi günün sabahı oturma odasının ortasında şişik olmasına rağmen yerde durması' gibi bir acıyla karşılaşması kaçınılmazdır. Çocuk, balonu gördüğü o an istemsiz çıkan gözyaşlarına hakim olamayıp ağlamaya başlar. Daha bir gece önce sadece uçma özelliği var diye yırtınıp aldırdığı balon hiçbir albenisi olmadan yerde durmaktadır. Anlam veremediği için üzüldüğü bu durum için bir teselli bekler. İşte o teselli yine anneden gelir.
Buraya kadar hikaye tanıdık olabilir. Fakat benimki bundan sonra farklılaşıyor.
Balonun yerde olduğunu görüp ağladığımı gören annem başladı gülmeye. Balonu bana doğru atarken bir de kahkaha atıyordu. Ama ne kahkaha. Neden güldüğünü anlamadan gözlerim yaşlı ben de gülüp balona vurup oynamaya başladım. Balona her vuruşumuzda nereye gideceği belli olmadığından heyecanla yakalayıp karşımıza atmaya çalışıyorduk. Burnumu çeke çeke, gözyaşlarımı vurma sırası bana gelmeden hızlıca silerek oyuna devam ettim. Gerçekten çok eğlenceliydi. Biraz öncesinde uçan balonu yerde gördüğüm için ağlarken keyifli bir şekilde annemle balona vurup yakalama oyunu oynuyorduk.
Bu anımı hiç unutmadım. Unutamam da.
Annem belki balonun neden uçmadığını anlatamayacağından gülüyordu. Belki hayatında ilk defa uçan balonun ertesi günü yere düştüğünü görüyordu. Benim ağlamamı durduracak bir şey de yapması gerekiyordu. Başardı da. Çaresiz bir şekilde duran gözü yaşlı çocuğu gülüp eğleniyordu. Belki de bana böyle bir acıya gülüp geçmeyi öğretiyordu annem...