bazı yüzler yaşama sebebi gibi, sıcak ya da soğuk denemez onlara.


dostlarım, uyanık saatlerimi saran anlam kümeleri. ne giyerseniz giyin, uykularımda çıplaksınız, hep. saklı bir şey yok: yüzleriniz mermerden oyulmuş heykeller gibi ulaşılması güç.


anlamıyorsunuz ya. insan sırf rüya görmek için yaşar. babamın keş dediğine ben aşık derim, bu yüzden. bence zaten aşk da bitmesi istenmeyen, uzun bir düştür sabaha kalan, bu kadar.



“birinde yüzüme ayna tutan genç bir beyefendi: yüzü ölümdü, yüzümde sakallı bir iskeletti. ben baktım, dişsizliği midemi yakınca, tünele koştum. şafak gözükmedi, sökmeyecek de gibiydi. kavşağa doğru yürüdüm, lambanın altında bir gözsüz adam (gördüğü ile göründüğü bir olmayandan). yavaş gel daha sokakta sabahtan iz yok, deyince ben de, sabaha minnet edenin bizde yeri yok, deyiverdim. parolayı tanıdı: beni çöl rüzgarının çekiştirdiği paltosundan içeri buyur etti. rüzgardan aldım, ama içeri girmedim. ayılmak için yaşlı, mistik bir ölüme kavuşmak içinse henüz çok gençtim.”



en kötüsü, oğlum, sabaha tanınmamak.

uykuyu gerçekten ayıran o zerre akla da lanet bu yüzden

gece tenime sokulan, şuramda nefes alan hayal. gözlerim açık izlerken, karşımda, “ne gerek var hayata ölüme” derken, can veriyor.


ve anlamaz bakışlar.


düş değil, peri değil. ulaşılması hala güç: ama mermer bir tanrı değil.

o zaman yanıyor ki, “olması gereği” bırakıp olana yönelmeli, gerekirse. insana dair her şeyi ateşe vermeli, manayı terk edip hayvan olmalı, yeniden. o zaman görmekmiş, görünmekmiş ağırlığını kaybeder. söyleyecek başka şey yok, o kadar.