Uyumuyorduk artık,
çünkü gecenin karanlığıydı yatağımız
ve bir demir gibi büküyorduk akrebi yelkovanından,
pas kokusuydu soluduğumuz.
ve sen, gittikçe bastıran gün batımıyla örtüyordun üzerimi yüzümü koyduğum yastığından,
ve ben, yirmi dört kez sen diye sesleniyordum saatlere,
ördüğün gecenin sen kokan rüyalarından.
Uyumuyorduk artık zemberekler arasında yatıyorduk bir hasretle
ve büküyorduk bütün göstergeleri can çıkasıya,
ve büyüyen alacakaranlığı...
Gün doğumuna ramak kala saçlarına düşen mavi gibidir mahmurluğun güneşleri.
Şimdi sen uyuyorsun diye,
tüm ninniler başında nöbettedir.
Söylemesem de tenim senin tenine teşnedir.
Ölüm ve yaşam gibi seviyoruz birbirimizi,
uyuyoruz şarap gibi midye kabuğunda,
İki kavak ağacı arasında ayın kanlı ışığında.
Artık çiçek açma zamanıdır betonla, taşla.
Yüreğinse yüreğimin bahçesidir
salına salına arzı endamında.