(Görsel: Andrey Tarkovski - Film: Zerkalo)


Uzun, çok uzun bir süre uyuyan adam uyandı. Elinde olmadan ilk işi şifonyerin üstünde duran saati parçalayıp öldürmek oldu. Doğrulup banyoya gitti. Aynaya baktığında şaşırdı. Gözleri ve etrafındaki çizgiler ne kadar da eskiydi. Suyu açıp ağzını çalkaladı. Ağzında biriken ve kanlanan kirli suyu aynaya püskürttü. Aynadaki yansımasında yanaklarından aşağı pis suyun aktığını gördü. Sinirlendi ve tek yumrukta aynayı öldürdü. Temiz kıyafetler aradı fakat bulamadı. Hepsi deterjan kokuyordu. Yine de giymeyi denedi. Ama olmadı. Sakince çırılçıplak kalana kadar soyundu ve hepsini yakarak öldürdü. Alevleri seyretti. Doyumsuz bir güzellik timsali olan alevleri… Ev tam tutuşmaya başlarken dışarı çıktı. Evinin yanışını seyrederken insanlar toplandı. Kimse çıplak adama dikkat etmedi, ev yanıp kül olurken. Tüm dikkatler evin üstündeydi. Herkes bağırıyor, içeride birilerinin olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Birileri itfaiyeye haber verdi. Uzun süre uyuyup uyanan adam sadece dişlerinin arasından tısladı. Oradan uzaklaşırken öldürdüğü evini hiç düşünmedi.


Kendini ara sokaklardan bir tepeye doğru sürükledi. Orada yuvarlak, top gibi bir ağaç gördü. Kaşlarını çatarak ağaca doğru yollandı. Kabuğuna harfler kazınmış olan ağaca dokundu. Biraz yorulmuştu. Hemen dibine oturup dinlenmeye başladı. Gölgesindeki serinlik onu rahatsız etti ve kalktı. Hem zaten yerdeki çimenler de çıplak tenini kaşındırmıştı. Ağaca bir tekme attı. Sonra bir tane daha. Elinden gelse ağacı da öldürürdü. Bunu yapamayacak kadar yorulmuştu. Düşen yaprakları seyretti. Eline alıp incelemeye başladı. “Yeniden…” diye fısıldadı. Ve yaprağı ısırıp öldürdü.


Aşağıdaki yangının dumanları adamın bulunduğu yerden gözükmeye başladı. Söndürmeyi bırak yavaşlatamıyorlardı bile. Bazı gençler ellerinde alkol şişeleri yangını izleyebilmek için uzun süre uyumuş olan adamın yanına doğru yürümeye başladılar. Ne zaman ki yaklaşıp çıplak olduğunu gördüler o zaman “Deli bu,” deyip gittiler. Oysaki bu muhteşem manzara ona aitti ve kimsenin ona saygısı yoktu.


Adam uzunca bir süre şehrin tutuşmasını seyretti. Her attığı adımda bir şeyler öldürdü. Soluduğu havayı öldürdü. Bastığı otları öldürdü. Yeni açmış papatyaları öldürdü. “Yeniden…” dedi. “Yeniden…”

Sinirlenip bir çöp konteynerine tekme attı. Sakallarını yoldu. Uzamış saçlarını çekti. Çığlık attı. Ona bakanlar korktu. Oysa en çok o korkuyordu. Ölmekten değil, canının yanmasından değil. Hayır, hiçbirinden değil. Görememekten korkuyordu.


Karısının sesini duydu, ağlamaklıydı. “Neden?” dedi.

Adam daha da sinirlendi. “Uzun süre uyumuş olmaktan tabii ki!” diye haykırdı. Karısı ısrar etti: “Neden?”

Adam biraz daha kendini yoldu. Tırnaklarıyla göğsünü çizdi. Sonra elleriyle kollarını tuttu. O da ağlıyordu. Karısına baktı. “Çocuklar karınca yuvalarını neden bozar?”

“Ama sen böyle biri değilsin,” dedi iri gözleriyle kocasına bakan kadın.

“Değilim,” diye fısıldadı adam. “Ama her şey ölmeli. Yeniden yapmalıyız. Ve ben yeniden görmeliyim. Dünyamıza düşen ilk yağmur tanesini. İlk çiçeklerin filizlenişini. Bir daha hata yapmamalıyız. Yo, bu sefer değil. Her şey ölmeli ki yeniden doğabilsin.” Yere diz çöktü uzun süre uyumuş fakat yeniden uyanmış olan adam. “Hâlâ kurtarabiliriz…” Ve kendinden geçti. Adamın karısı ona koşarken. Herkes kendinden başlamalıydı öldürmeye. Önce içindekini, sonra çevresindekini.


Karısı adama sarıldı. Yorgunluktan bayılmıştı. Derin bir rüyanın içindeydi adam. Gülümsüyordu. Dünyaya ilk yağmur taneleri düşüyordu. Ve bir daha hiç uyanmak istemiyordu. Bu dileği kabul oldu. Ve sonsuz bir düşün içinde hep uykuda kaldı.