Sessizliğin

tahammül edilmez gürültüsünün

arasında,

göç yollarının

dışına, bilinmedik yönlere,

dağılan kuşları izliyorum.

Kuşlar bazen,

yalnızlık olarak görünürler bize

pencerelerden uzak gökyüzüne bakınca.


Öfke

bazen içimizdeki çığlık,

bazen iki kent uzaklığıdır

insanlarla aramızda.

Bilemedik,

insan kırarmış

göğsüne bastırdığı ne varsa.

Yine yanılmışız,

bir daha uğranılmayacak

evlerin kapısına

taptaze umutlar bırakmışız.

Karıştırmışız,

birbirimiz dışında her şeyi

birbirine.


Yakınken uzak,

uzakken ulaşılmaz

düşler gibi yüzün.

Fark etmemişiz,

derin bir ayrılığı

beslerken

yan yanalığımız.


İskemleli çaycılarda

bir taşra sıkıntısının

dayanılmaz kasvetiyle çekildi

son dumanı tütünün

ve

derin bir ah ile

bitiverdi

çayın son yudumu.

Uzaklara dalındı,

kilit düşülen kapılara,

kış ayazının

iç titreten griliğine,

uzaklara...

İmkansızlığın imkanlarına

uzanıldı en son

uzak kentlerin birinde.


Fermandır: yazıldığı gibi

yaşanmayan

sevgilerin çağında,

birer birer yıkılır

alışılmış anlam kaleleri.