hırçınca yaşarım çünkü ben
orbların evladı toza aşık olur sarhoşlukla inlerim gecelerce
yaşlarım akarken gözlerimden,bacaklarımdan
sonra o fotoğraftaki tuzlu kayalara bakarım
öleceksem bir gün,orada olsun
yüzyıllarca denizlerde demlenmiş ruhlarımızın yükselerek ulaştığı venüse selam!
sesler kaldı geriye onca kaostan sonra
sadece sesler ve eller...
en yücesi gözler,görüntüler değilmiş meğer
çek hadi biraz,bir kereden birşey olmaz...
koş cennetine doğru
sabahın eşsiz olacak
tanıdık gelen bir odunsu kokunun vermiş olduğu acıyı şeytanlar bile hak görmedi kimseye.
sesinin ritmi her seferinde titretti içimi
tanrılaştırdım seni,bilmediğin kaç savaşta yenildim.
sonra ağladım sana taptığım her anın ağırlığına
geriye kalan birkaç karış közden ve şiirden farklı bişey değil
mantarların silüeti olan bir gerçeklikte belki yanımdasındır
belki kokunu biliyorumdur o evrende
belki kokunu özlemenin kutsal zevkini birkaç kez hissetmişimdir.
birkaç mum kendini yitirene kadar yanımda kal sadece,sonra git ne yapıyorsan yap
iki dağın arasından geçen sıcak bir nehirde soluklan
dalgakıranlara çırılçıplak uzanalım ve gülelim
bir kaç sahne,bir kaç dokunuş,bir kaç şiir
daha başka ne olabilir ki
klasik müziği seveceğin bir evrene götüreyim seni
bir kaç milyon yıl konaklayalım orada
merak etme dünya zamanına göre bir kaç ay
yıldızların tozuna karışmış gülüşlerimiz belki bir gün toprağımızı aydınlatır
evrenden torpilim var benim
pudra şekeri olup üzerine dökülmek...
daha şiirsel bir zevk olabilir mi?
ruhun çok seksi ve tapılası şafaklarda
ve sonra penceremden görünen bir limon ağacının izlediği sokak lambası olabilirsin