Halide Edip Adıvar’ın Kurtuluş Savaşı sırasında, İstanbul’dan taşraya giden bir öğretmen olan Aliye ve taşradaki insanlar arasındaki ilişkiyi anlattığı romanıdır. Kitap genel olarak aydın-softa çatışması üzerine kurulmuş olmakla beraber döneminin çatışma ve işgal atmosferini idealist bir kadının gözünden yansıtmaktadır. Kitabın çizgisel bir anlatısı vardır. Anlatıcı ve yazar aynı kişi olmakla beraber olaylara sıfır odaklayım noktasından bakmaktadırlar.

Kitabın baş karakteri Aliye, isminden de anlaşılacağı üzere romandaki en üstün, en idealist kişi olarak tasvir edilir. Aliye’nin görevine, milletine büyük bir adanmışlıkla bağlı olması, zaman zaman köydeki otoriter erkeklere bile bu adanmışlığını göstermesi, onun en belirgin özelliğidir. Aliye’nin kitap boyunca sergilediği kararlılığına rağmen, içine girdiği vatan-aşk çıkmazından gereken zamanda çıkamaması kaçınılmaz bir şekilde ölümü getirmiştir. Köy ahalisinden Hacı Fettah Efendi ve Kantarcıların Hüseyin Efendi ile yaşadığı tüm anlaşmazlıklara rağmen Aliye, Yunan komutan Damyanos’un kendine olan aşkını onlara karşı kötüye kullanmaması, onun kişiliğini yansıtması bakımından en önemli olaylardan birisidir.[1] Aliye’nin adanmışlığını gösteren başka bir ifade de kitabın sonuna kadar yinelediği andıdır. Bu ant, öğretmenlerin nasıl olması gerektiğine dair yazarın görüşünü de yansıtmaktadır. Çocuklara hem bir ışık hem de bir ana olup aynı zamanda da hiçbir şeyden korkmayan bir öğretmen tam da Aliye’nin tasviridir.

Ana ve ışık rollerinin etkisi kitabın karakterlerinden Durmuş üzerinde özellikle etkili olmuştur. Durmuş’un, öğretmeni olan Aliye’ye duyduğu saygı ve yoğun bir sevgi karışımı duygu bunun en büyük temsilidir. Durmuş’un Aliye’ye hem bir abla hem de bir anne gibi kaybetmekten korktuğu bir kişi olarak bakması bu koşullar altında doğaldır. Aliye, Durmuş’u uğradığı haksızlıktan görevi gerektirdiği için kurtarıp ona ışık olduğu zaman[2] Durmuş’a, hayatında uğradığı haksızlıklardan onu tamamen kurtarabilecek ikinci ana gibi gelmiştir. Durmuş, Aliye için çok büyük risklere Aliye’nin onun üzerindeki ana ve ışık etkisinden dolayı girmiştir.

Ancak ana ve ışık sembolleri Durmuş’ta etki bıraktığı kadar Hacı Fettah Efendi ile Kantarcıların Hüseyin Efendi üzerinde etki bırakmamıştır. Hacı Fettah Efendi, dini taassubun hayat bulmuş hali olmakla beraber Aliye’nin getirdiği ışığı tamamen reddetmektedir. Aliye’yi sırf peçe takmadığı için kâfir ve olayların aslı astarını bilmeden yargılayarak kahpe ilan etmeleri bu taassubun en etkili göstergesidir.[3] Çıkarları için yaptıkları işleri dinle örtmeye çalışan ikiyüzlü insanların etkinlikleri, özellikle o devrin olsa da genellikle Türkiye tarihinin büyük bir kısmına ayna tutmaktadır. Dini ve namusu yargılamak için kullanılan “namuslu olsa yüzü açık gezer miydi hiç?”[4] sözüyle başlayan ve kitap boyunca devam eden temelsiz dini bağlılıkla halkı kendi emelleri için galeyana getirip Aliye’yi hedef olarak göstermeleri, Aliye’nin ışığının onlara etki etmemiş olduğunun en büyük göstergesidir. Aliye her şeye rağmen bu ışığı onlara yaymak için uğraşmış olsa da ışığı görmeyi reddettikleri için çabaları sonuç vermemiştir.

Hacı Fettah Efendi üzerine tipik bir unvan ve isim analizi yapılacak olursa görülecektir ki kendisinin Kuvâ-yi Milliye karşıtı söylemlerinin[5] ve Yunan ordusuyla yaptıkları iş birliğinin sonucunda kasabanın Yunanlılar tarafından işgal edilmesi ile Fettah, yani kapıları açan ismiyle, eylemleri tamamen örtüşmektedir. Unvanı olan “hacı” her ne kadar yanlış da olsa, gösterdiği dini bağlılığın işaretidir.

Kitabın bir diğer ana karakteri de Tosun’dur. Aliye’nin sevgilisi ve bir Kuvâ-yi Milliye üyesidir. İri yarı, cesur, vatan sevdalısı ve aynı zamanda tutkulu bir âşıktır. Köye geldiği sırada çatışmalarını devam ettirmek için köyün zenginlerinden para istemesi ve vermeyenlerin hapsedilmesi, Kuvâ-yi Milliye’nin “çete” tarzı bir gruplaşma olduğunu göstermektedir. Her ne kadar yazar bu yöne değinse de onların vatan için savaştıkları yönü kitapta ağır basmaktadır.[6] Kuvâ-yi Milliye’den duyulan “yağmacı” endişesi kitabın başlarında kendini göstermektedir. Özellikle zenginlerin mallarını vatan savunması için vermek istememeleri hem haklı bir “yağmacı” korkusunun sembolüdür hem de zengin sınıfın mallarını kaybetmektense Yunanistan bayrağı altında yaşamayı seçmesinin bir göstergesidir.

Tosun, Aliye’ye tutkuyla bağlı olmasına rağmen, vatana duyduğu aşk çok daha büyüktür. Tosun, başında bulunduğu Kuvâ-yi Milliye grubunun faaliyetlerine devam etmesi için Aliye’yi bırakıp Yunan askerlerinin yenilmesi için Aliye’nin ölümüne giden yolu hazırlayan olaylara neden olmasına karşın Aliye de Tosun’u sevmektedir. Tosun, Aliye’nin içinde bulunduğu kararlı ve idealist öğretmen kalıbından onu çıkaran ve çözülemez derecede zor bir aşk-vatan ikileminin içine sokan en büyük etkendir.[7] Aliye’nin Damyanos’un aşkına karşılık vermemesi ve hatta ona kötü gözle bakması[8] hem bir işgalci olduğu için hem de Tosun’u sevdiği içindir.

Aliye’nin kararlı kişiliğinin zedelenmesinde en büyük etki sevdiklerini feda etmekten korkmasıdır. Aliye, Tosun gibi “görev adamı” olacak kadar büyük bir adanmışlığa sahip değildir, bu sebepten dolayı da sevdiklerini, davası uğruna feda edemez. Manevi babası Ömer Efendi’yi asılmaktan kurtarmak için Damyanos ile nikâh kıymaması bunun bir göstergesidir. Her zaman kararlı olmasına, ne yapacağını bilmesine rağmen, sevdikleri ile ilgili bir ikileme düşünce tüm iradesini kaybeden bir kişiliktir[9]. Bir haksızlık ve saygısızlık karşısındaki duruşunu sevdiği biri tehlikedeyken gösteremez. Bütün bu irade kaybına rağmen Tosun’un sevgisi için canını, namusunu ve itibarını tehlikeye atmaya razı gelerek roman boyunca girdiği sevgi-fedakârlık ikilemden çıkmayı başarmıştır.

Kitabın tek Yunan karakteri komutan Damyanos’tur. Hacı Fettah ve Kantarcıların Hüseyin ile iş birliği yapıp köyü işgal etmiştir. Hacı Fettah’ın tembihleri üzerine Aliye’yi merak ve arzu etmiştir. Aliye’ye yoğun bir şehvet ve merak besleyerek köyü işgal etmiştir.[10]Ancak tüm bu şehveti yoğun bir aşka dönüşmüştür ve Aliye’yi türlü yollarla elde etmeye çalışmıştır. Damyanos milliyetperverlik kılığına bürünmüş yozlaşmış bir subaydır. Tüm derdi daha fazla para kazanmak ve Aliye’yi elde etmektir. Zimmetine yüklü miktarda para geçirmesine karşın Aliye’yi elde edememiş ve bunun sonucunda hastalanmıştır.

Damyanos’un yaşadığı yoğun tutkuların ve belki de bir tür saplantı haline getirdiği aşkının kitap boyunca kötü gösterilmesi, yazarın Aliye’nin gözünden kendi görüşlerini anlattığının bir kanıtı olarak sayılabilir. “Saf” diye nitelendirilebilecek bir aşkın ve bir aşığın sadece Yunan ve işgalci olduğu için kötülenmesi Aliye gibi en ufak sevgi ve sadakate karşılık veren ideal bir kadın için mantık içermemektedir. Bundan dolayı yazarın, Aliye’nin gözüyle kendi görüşlerini anlattığı savunulabilir.         

Damyanos’un, Aliye’den önce gününü gün edip Türklerden yağmaladığı paralarla zengin olup bu parayı Rum bir kızla Paris’te yeme hayalleri kurarken[11], Aliye’den sonra kesin bir bağlılık ve aşka tutulması dikkate değerdir. Eline geçen her Türk’ü öldürmeye ve mallarını yağmalamaya yemin etmiş bir caniyken, Aliye karşısında tüm gücünü ve iradesini yitirir.[12] Bu durum      Yavuz Sultan Selim’in ünlü beyti “Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân, beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek” ile bir uyum göstermektedir. Damyanos ne kadar güçlü ve ölümcül olursa olsun, Aliye karşısındaki çaresizliği, acizliği vücuduna da yansımış ve hasta olmuştur.

Damyanos Aliye’ye olan bu tutkusu sonucunda bilinçaltına kadar işleyen Aliye imajıyla yaşamaya alışamamıştır. Bir gece sarhoşken duvarda gördüğü Meryem ikonu bir Eleousa ya da diğer adıyla Glikofilusa ikonudur.[13] İkon Ortodoks teolojisinde merhameti temsil eder ki Eleousa’nın yunanca anlamı merhamet gösteren Meryem demektir.[14]Damyanos azabından kurtulmak için merhamet ikonunun önünde dua ederken birden o merhamet ikonunun dahi ona acı yaşatan Aliye’ye dönüşmesi, Aliye’nin Damyanos’un bilinçaltına kadar indiğinin göstergesidir. Diğer bir açıdan bu sahne Aliye’nin Damyanos’un zihninde kutsal bir yer ettiğini gösterebilir. Aliye, kitabın başından beri sürekli “şeytanın kızı” diye anılır, bu ona kötü anlamda da olsa bir kutsal atfedildiğinin göstergesidir. Ancak şeytanın kızının, kutsal bir ikonun içinden çıkıp Damyanos’a doğru bakması Aliye’nin, onun zihnindeki kutsallığını, büyüklüğünü gösterir. Bir nevi Aliye’nin önünde diz çöküp ondan, çektiği acı için merhamet dilediği düşünülebilir. Damyanos birçok Türk’ü öldürmüş olmasına rağmen, bir Türk kızına zebûn olması ile diz çökme ve af dileme sahnesi arasında bir bağ bu bağlamda kurulabilir.

Tosun’un Aliye’ye olan aşkının Damyanos’un aşkından farkı, Damyanos’un aşkı ile beraber Aliye, her türlü kutsalın üzerindedir. Fakat Tosun’un Aliye’den vazgeçmesini sağlayacak kutsalları vardır. Fikir, özgürlük ve vatan bunların başında gelir.[15] Tosun, her ne kadar adanmış bir yapıya sahip olsa da Aliye öldüğünde mezarı başında gözyaşı dökmüş ve Aliye’ye, onun gibi korkusuz, güçlü, sevgi dolu ve ışık yayıcı olmaya çalışacağına söz verir.[16] Tosun’un Aliye’nin yeminin tekrar etmesi ve mektup yazdığı binbaşına da tekrar ettirmesi, Aliye’nin ışığının Tosun’u da aydınlatmasının bir işareti olarak yorumlanabilir. Öyle ki, idealist bir öğretmen olan Aliye, babasından öğrendiği o yemini hayatının felsefesi haline getirmiş ve çevresindeki insanları da onun gibi bir ideal insan olarak o yemine uydurmaya çalışmış, “ışık” saçmıştır. Onun en yakınında olan Tosun’un da bu ışıktan etkilenmesi doğaldır. Yazar bu ışığın, kitabı okuyan insanlara da yansımasını istemekte ve bir öğretmenin nasıl olacağının portresini Aliye üzerinden çizmektedir.

Halide Edip, Damyanos’un Aliye’ye duyduğu aşkı kötülemek için Neron ve Roma’nın ünlü Vesta bakirelerine referans kapısı da açıyor. Vesta bakireleri, Roma’nın soylu kişileririn en iyi çocuklarından seçilen ve Roma’yı korumakla yükümlü dini sembollerdir. Vesta bakirleri hakkında çok katı yasaklar vardı. Çok yüce ve kutsal kabul edilirlerdi. Herhangi bir insanın onlarla fiziksel bir temasa geçmesinin cezası hem bakire hem de dokunan için ölümdür. Ancak tüm bu kurallara rağmen Vesta bakireleri ile birlikte olan Roma impratorları olduğu bilinmektedir. Bunların başında imparator Elegabalus gelmektedir[17]. Nero, herhangi bir Vesta bakiresiyle evli olmamasına karşın onlara karşı ayrı bir ilgi ve şehvet beslediği söylenceler arasındadır.[18] Nero, her ne kadar Roma’yı yakmasa da, Roma’da kötü üne sahip bir imparatordu, halk ondan hoşnut değildi. Yazar, kötü üne sahip bir tarihi karakter ve şehveti üzerinden Damyanos’un sevgisini aşağılama yolunu seçmiştir. Okuyucuya saf gibi gelse de yazarın ve Aliye’nin gözünde çirkindir ve Aliye’nin onu sevmesine imkân yoktur[19]

Bütün bu çizilen garip Damyanos karakterine karşın Hacı Fettah Efendi karakteri basit kalmaktan öteye adım dahi atamamaktadır. Hatta Aliye’nin dahi Damyanos karakteri yanında çok basit bir şekilde çizildiği görülebilir. Psikolojik açısından Damyanos’un kaldığı ikilem ile Aliye’nin kaldığı ikilem hemen hemen aynıdır. Aliye, vatan-aşk ikilemi arasında kalmış ve aşkı seçmiştir ancak her ne kadar aşkı seçse de kitabın sonunda vatani görevini yerine getirme sorumluluğu hissetmiş ve bunun için hayatını riske atmıştır. Damyanos da aynı şekilde Aliye için vatanından ve yağmaladığı ganimetlerden vazgeçmeye hazırdır ve geçecektir de. Ancak ikilinin ayrı dünyaların insanları olması, Damyanos’un sevgisinin Aliye’nin gözünde hiçbir değerinin olmaması ve vatani meselelerin işin içine girmesi nedeniyle hiçbir şekilde birlikte olma imkânları yoktur.

Her şeye rağmen kitabın propaganda olarak yazılmış olması, estetik kaygılar güdülmesini zorlaştırmıştır. Mekân tasviri ve psikolojik tasvirler sığ olmaktan öteye geçememiştir. Karakterlerin derinliği klasik temaların(aşk-vatan, aydın-softa) içinde kaybolmuştur. Damyanos ve Aliye gibi karakterler ilginç ve derin diye tasvir edilebilecek özellikler taşısalar da taşıdıkları değerlerden bağımsız birer birey olarak değerlendirilmeleri imkânsızdır. Bütün bunlar göz önüne alındığında kitabın açtığı referans alanları ve yaptığı göndermeler ancak birkaç adet ile sınırlı kalmıştır. Kitabın yazım tekniği, zamanına göre kusursuz olsa da yenilikten ve özgün bir sesten uzaktadır. Ancak en azından dönemin durumlarını, Halide Edip’in propagandacı dilini görmek ve Damyanos karakterini incelemek için okunabilecek bir kitap olarak nitelendirilebilir.

 

 

 

 

 


[1] Halide Edip Adıvar, Vurun Kahpeye, İstanbul: Can Yayınları, 2017, S. 146

[2] A.g.e, S. 32

[3] A.g.e S.45

[4]A.g.e S.47

[5] A.g.e S.42

[6] A.g.e S.55

[7] A.g.e S.177

[8] A.g.e S.153

[9] A.g.e S.138-140

[10] A.g.e S.81

[11] A.g.e S.77

[12] Ag.e S.122

[13] Ag.e S.127

[14] Doula Mouriki ve diğer. Byzantine East, Latin West: Art- Historical studies in Honor of Kurt Weitzmann, New Jersey: Princeton University Press, 1995 S.496

[15] Halide Edip Adıvar, Vurun Kahpeye, İstanbul: Can Yayınları, 2017, S.172

[16] A.g.e S. 206

[17] Encyclopædia Britannica, inc. ,Encyclopædia Britannica,” Elagabalus”, September 18, 2020

[18] Suetonius, The Twelve Caesars. Çev., A. S. Kline. Poetry In Translation Publishing, 2010

[19] Halide Edip Adıvar, Vurun Kahpeye, İstanbul: Can Yayınları, 2017,S.137