Bazı tamlamalar insanın kalbine düşer. Hayat her zaman zihnimizde belirenlerin sonucuymuş gibi yorumlanamaz. Düşünmek, harekete geçmek ve yanılgının esir aldığı zihnimizde hürriyeti özlemek kolay bir iş değildir.
Tamlamalar, sözcüklerin ruhumuza yüklediği mananın dilimizde şekillenmiş halidir. Bunu anlamanın, kavramanın, analiz etmenin tek yoluysa büyük şairleri tanımaktır.
Son aylarda okuduğum şiirlerin bir kısmında “yağmur yarası” tamlamasına rastlıyorum. Sıradan bir denk geliş değil bu. İnanıyorum.
Çünkü şairler kullandığı kelimeleri yabana atacak kadar basit insanlar değildir.
Öyle olsalardı eğer hayata kılavuzluk edebilecek kadar büyük duygulara sahip olamazlardı.
“Yağmur yarası” bunun içindir ki kasten seçilmiş bir tamlamaydı.
Sehven yaşayan insanlara, bile isteye öğretilmek istenen bir düşüncenin hatta duygunun ürünüydü.
En ürkütücü duyguların, yaşamakla ölmek arasında anlatılmaz ekşi bir hissiyata sahip insanların derdiydi.
Yağmur insanlarda nasıl bir yara açabilirdi?
Merakın insanı getirdiği noktada hangi yara kabuk bağlardı? Düşündükçe kalbimizde beliren duygular zamanla aşınır mıydı?
İşte “yağmur yarası” bende böyle bir hissiyat yarattı.
Bu tamlamayı düşünmenin verdiği mutluluk, birazcık endişe, kalbe atılan iyilik tohumlarının merhametiyle yazmak istedim.
Yağmur’un üzerimize düşen her parça rahmetine tutunarak…
Parça parça yağan rahmete bir kez daha şükrederek…
Açmış olduğu yaraların anlamını kavramaya çalışarak…
Belki de yaşama dair borcumu ödeyişimin simgesidir bu durum. Kalbimde kararmış, sabit kalan kötülük izlerinin düzelmesine yönelik bir çaba da olabilir.
Emin olduğum bir tek şey var. Kelimeler üzerine düşünmek insanı büyütecek bir mücadelenin içine girmektir.
Hem de kimsenin farkında olmadığı, keşfedilmeyi bekleyen bir mücadele…
Öyle olmasaydı eğer etimolojinin ne anlamı kalırdı?