Büyüttüğüm çiçekleri yeni saksılara alıyor, ılık Akdeniz rüzgarının huzurunu ciğerlerime değil, iliklerime çekiyorum. Ruhumun her iki yanının iki şehirde mevcut bulunduğunu görmek fikri kalbimin en derin dehlizlerine sirayet etti. Uğruna çok şeyden fedakarlık ettiğim hüzünler şehrine gidemiyor olmanın verdiği burukluğu içimde büyütecektim ki, bir şeylere ulaşamamanın verdiği histeki saygınlığın, o şeye ulaşmaktan daha asil olduğunu fark ettim. Sonrasını hatırlamıyorum işte, kendimi derin bir fikriyatın içinde buldum, evet, yeniden. Bazı vakitler içinde kendimi dahi bulamadığım derin yalnızlıklar beni aydınlığı bırakıp karanlığa doğru seyahate çıkmaya zorladı.
Oysa ne diyordu şair, ‘Hiçbir ceza yalnızlık kadar kırıcı değil’.
Genelde kaçmaya çalıştığım ve bunda muvaffak olduğum kitleden sıyrılabiliyorken, kendimden kaçamamam dünyanın en devasa tezatlarından. Huzur kapımı çaldığı vakitler evde olamayışlarıma borçluyum sanırım tüm bu hisleri. Çok sonraları kapıyı açtığımdaysa kokusunu duyup mutlu olmak da güldüğüm anları oluşturuyor zaten. Halbuki kapı denen şeyin olup olmaması bize bağlı. İstemezsek kapı koymayız o derin yerin girişine. Gelir gelmez girer derinlerimize huzurun deniz tuzlu kokusu. İstemezsek reddedişlerin tuğlalarından oluşan aşılmaz bir duvarı oluşturmayız kalbimizde. Hiçbir engele uğramadan dolar içimize. İşte sıkıntılar tam olarak burada baş gösteriyor. O duvarları örenlerin aslında biz olmadığını o duvarları örenlere anlatamıyoruz. Zira bu kör birine mavi renginin insanın içinde yarattığı o derin hissi anlatmak kadar, gören birine vefanın ne demek olduğunu açıklamak kadar, sağır birine tan ağarırken kuşların ötüştüğü o güzel saati anlatmak kadar namümkün.
O sayfaya devam edilmeliymiş dostlarım. Mesele asla yeni bir sayfa açmak olmamış. İnsan hep kirli bulduğu sayfayı geçmişe atmış ancak o defteri asla geride bırakamamış, temiz bırakmak değilmiş yapılması gereken. Kirlilik dolu cümlelerden sonra tertermiz kelimelerle o sayfayı taçlandırmakmış. Böyle yaşanırmış hayat. Ben de çok sonradan öğrendim.
Merve Tekgül
2020-05-22T22:57:30+03:00Yalnızlık uzun bir duvardır gerçekten insanın içinde duran. Huzuru dahi almaz içeriye ama zaten çabasız duvarı aşan huzur çok kalmayacaktır ulaştığı yörede. Bu duvara benzer şekilde, insanın içinde oluşturduğu yalnızlık ordusu kutsal Kudüs'ü koruyan Selahattin'in ordularına benzer. O eşsiz kalbine herkes ulaşamasın, onu dilediği gibi kirletemesin diye vardır bu ordu. Ve her ordu müttefikini bekler çölden beraber çıkmak için. Yazında yaptığın yalnızlık vurgusu bana insanın içindeki yalnızlık savaşının şiddetini hissettirdi. Napolyon'un "Eğer savaşın bir gününü görseydiniz bir diğerini görmemek için Tanrı'ya yalvarırdınız." sözünü sanırım bu yüzden en iyi savaşçılar ve yalnızlar anlayacaktır. Ufuklar açacak bu yazı için kalemine ve kılıcına sağlık.