Kompleks ilişkiler kurmayın, dedim etrafımdakilere hep; ben normalini bile beceremezken. Büyük konuştum, aklımca fikir vermeye çalıştım. Ama hiçbir zaman kendine sığınacak liman bulamayan kıytırık bir tekne için fazla iddialı olduğunu şimdilerde anlıyorum.
Yapacak bir şeyim yoktu ki ama. Çok toydum. Çok mu büyüğüm peki şimdi? Büyüğüm evet. Ama büyüdükçe düşünme yetimin bir kısmını da başka bedenlerde bıraktım. İyi bakıyorlardır umarım. Bana pek bir şey veremediler günübirlik ruhları dışında ama ben onlara çok büyük şeyler verdiğime inanıyorum. Kötü düşünmeyin, kafamdakileri bıraktım ben onlara.
Aklımın bir parça kenarında oldukları anları bıraktım. Bardan eve kadar olan taksi yolculuklarındaki sohbetleri bıraktım. Bencilliğimden de bir parça… Fazla değil. Hepsini bırakacak halim yoktu. Kendine saklamasını bileceksin bazı şeyleri. Ben sadece bencilliğimi saklayabildim ama olsun, ben böyle de mutsuzum.
Sonuçta basit şeyleri zorlaştırıp üzerine toprak atıyoruz. İlk küreği de biz atıyoruz üstelik. Sonra arkasından bakıp yas tutuyoruz. Elde olduğu için değil, kaybolmak korkusu yüzünden. Kırdığımız kalpleri de onaramayacağımızdan yapıyoruz ya da.
Bencilliğin devreye girdiği yerde merhamet sütten kesilir. Değil bir vücudu beslemek; kendi kendine yetemez olur. Ve çoğu zaman onun ürettiklerini emen biz için daha kötü bir senaryo da olamaz sanırım. Asıl sorun, kendi kendimize sorduklarımızı cevaplayamamak sanırım. Sonuçta biz cevaplayamadık diye vazgeçmedik mi her seferinde?
Hiç karşındakine sordun mu “peki sen kırdın mı hiç kendi kendine, kendi kalbini ya da büktün mü hiç aklına gelen fakat hatırlamak istemediğin fikirlerini” diye mesela?
İşte yalnızlık, kalp atışlarını duymak değil, nabzını kontrol etmektir henüz nefes alabilirken, hayatta mıyım, diye.
Kim bilir; belki de yalnızlık lisanını bilmiyoruz ya da anlıyoruz ama konuşamıyoruz.