Beni ne kadar tanıyorsun? Beni mutlu edebilecek herhangi bir şeyi biliyor musun? Canımı sıkan bir şeyin ne olduğunu tahmin edebiliyor musun? Susma… Söyle... Biliyorum bilmiyorsun... Sorun değil. İnan, beni izin verdiğim kadar tanıdın. Beni mutlu edebilecek herhangi bir şeyin seninle alakalı olması yeterli olur, diyerek tanıttım kendimi. Canımı sıkacak olan herhangi bir şeyin başrolünde senin olmanı ben istedim... Ben de kendimi seninle beraber tanıyordum çünkü. Yarım kaldı kendimi tanımam, yarım kaldı mutluluğum, yarım kaldık tamamıyla... Neden böyle olduk, neydi tam olarak isteğimiz ya da neyi başaramıyorduk... Sıradan mı olmamız gerekiyordu... Yoksa sıra dışı mı? Beklentilerimizi mi karşılayamadık? Sanmam... Sen de biliyorsun, elimden gelen her şeyi yaptım ben... Peki sen? Düşünme söyle... Sen ne yaptın? Ben çırpınırken beni bir gülüşünle kendine inandırdın... Sahi ne güzel gülüyordun öyle sanki hiç bitmeyecek, hiç gitmeyecek gibi...


Kendime çok kırgınım bu konuda, evet, kırgınlığımın sebebinin yine sen oluşu yıkıyor beni... Kim yıkılmazdı, inanmazdı o gülüşe... Canım yandı... Beni böyle yüzüstü bırakıp gitmen canımı yaktı... Evet, biliyorum, bunları duymak hoşuna gidiyor... Ya da yanılıyorumdur, yanılmak isterim ama konu sen olunca işte... Belki pişmansındır... Belki de hâlâ seviyorsundur? Belki de hiç düşündüğüm gibi değilsindir? Ama benim canım çok yandı. Ben de beklemiyordum bu kadarını inan... Bu konuda sana hiç kırgınlığım, kızgınlığım veya öfkem yok, biliyor musun... Çünkü bu hatırı sayılır bir yangın oldu...