Ruh aydınlığa çıkana kadar aklın ışığına ihtiyaç duyar.
Doğanlar mahallesinde kurulmuş olan Doğanlar İlköğretim Okulu, çok geniş kapsamlı iki mahalle olan Doğanlar Mahallesi ve Erkan Aladağ Mahallesi'nin tüm öğrencilerini kendi bünyesinde yetiştiriyordu. Bizim mahallemiz olan Doğanlar Mahallesi çok güzel, sakin ve temiz bir mahalleydi. Diğer mahalle ise her gün olayların yaşandığı (olur olmaz sebeplerle kavgalar, hırsızlıklar, yol kesmeler vb.) bir mahalleydi. İşte, kendisinden bahsedeceğim arkadaşım Serdar da Erkan Aladağ Mahallesi'nde ikamet ediyordu.
İlköğretim üçüncü sınıfta iken beraberinde ikiz kardeşler ve birkaç arkadaşı ile sınıfımıza kayıt yaptırdılar. Yeni gelen arkadaşlar, bizim yani üçüncü sınıfa kadar beraber olduğumuz arkadaşlarımın arasına katılamamışlardı. Hep bizden uzak duruyorlardı. Sebebini bilmiyor, çocuk olduğumuz için hiç de sormuyorduk. Serdar, ilköğretim dördüncü sınıftan sonra okula gelmemeye başlamıştı. Sebebini hiç araştırmadık ve sormadık, kendi yaşantılarımız içinde günlerimiz böyle geçip gitti.
Aradan uzun yıllar geçmişti. Ben liseyi bitirmiştim. Hiç hatırlayamadığım bir vesileyle Serdar’la tekrar karşılaşmıştık. İlkokul zamanından konuşmaya başlayarak arkadaşlığımızı tekrar sürdürmeye başladık ve hâlâ arkadaşlığımız devam etmektedir.
Serdar’ın hayatından birçok gerçeğe şahit oldum. Ayrıca kendisinin de rızası ve desteğiyle yaşantısının bir kısmını sizinle paylaşacağım. Buradan, okuyan her insanın kendisine dersler çıkartmasını temenni ediyorum. Hani demiştim ya; Serdar, ilköğretim dördüncü sınıftan sonra okula gelmemeye başladı. O zamanlarda annesi artık okula göndermediği için, biraz da kendi isteksizliğinden dolayı okulu bırakmış. Ailesi küçük bir bahçesi bulunan, iki katlı bir evde yaşıyordu. Daha çok küçük yaşta iken babası evi terk etmiş ve boşanmış, sonrasında annesi başka bir kişiyle evlenmiş, bu evliliğinden iki kızı olmuş. Sonra üvey babasıyla da bazı sebeplerden dolayı boşanmış. Annesi her ay boşandığı eşinden nafaka alıyor, geçimlerini böylelikle sağlamaya çalışıyormuş. Ama yine de yetmiyor diyerek Serdar’ın da çalışmasını istiyormuş. Bu yüzden Serdar daha çocuk yaşta iken çalışma hayatına başlamış.
Serdar babasını hiç tanımıyormuş. ''Eğer onu görürsem ondan her şeyin hesabını soracağım'' diyordu. Maalesef hala babasını göremedi de. Zaman su gibi geçip giderken, Serdar eve ekmek getirecek yaşa gelince annesinin üzerindeki çalışma isteği günden güne artmaya başlamış. O da sürekli iş arıyor ama okuma yazmayı az derecede, hesap kitap yapmayı da hiç bilmediği için kimse iş vermek istemiyormuş. Farklı zamanlarda komilik, sonrasında garsonluk yaparak kendini geliştirmiş.
Bunların hepsini tek tek anlatıyorum ya, yaşadıklarını samimi arkadaşlığımızın devam ettiği günlerde kendisi anlattı. İnsanlar her şeyini söylemezler; sadece güvendiği dostlarına, çok bunalınca içlerini dökerler. Ama kendi gözümle şahit olduğum olaylardan sonra anlatmaya başladı. Bu şahit olduğum gerçekleri sizinle paylaşınca belki neden bana anlattığını anlarsınız. Samimiyetimizin ilk yıllarında boş vakitlerimizde Serdar bizim eve geliyor, ben de onların evlerine gidiyordum. Sohbet ederek, eğlenerek ve gezerek zamanımızı geçiriyorduk. Bir gün annesi ve kardeşleri evde yoktu, ben de kendisini ziyarete gitmiştim. Beni kapıda karşıladı ve birinci katta oturmamızı söyledi. Ben de,
-Siz üst katta oturmuyor musunuz, neden burada oturalım, dedim.
O da;
- Annem üst katı kilitledi, para kazanmadan buraya giremeyeceğimi söyledi, dedi.
Ben şaka yapıyor zannettim ve yukarı çıktım ki ne göreyim! Üst kata çıkan merdivene demir kapı yaptırmış ve kilitleyip gitmiş. Aşağı katta tek kişilik bir somya (içi yaylı, demirden, üzerinde yatağı bulunan bir koltuk türü), eski bir radyo ve birkaç eşyası vardı. Hala şaka yaptığını zannederek birkaç defa daha evlerine gittim ama hep aynı manzara ile karşılaşıyordum. Annesi ile karşılaştığımda öyle bir şey olmadığını söyleyerek kestirip atıyor, konuyu değiştiriyordu. Serdar bazı zamanlar eve gelmiyor, iş yerinde kalıyordu. Bu durum günden güne sıklaşmaya başlamıştı. Annesi benimle olan samimiyetinden dolayı bana,
-Serdar neden eve gelmiyor, onunla görüşüp nerede olduğunu öğrenir misin? diyordu.
Ben de kendisiyle görüştüğümde, annesinin daha ileri boyuta gittiğini, sürekli para istediğini söylüyordu.
Ben iki yıllık meslek yüksekokulunu kazanmıştım. Görüşmelerimiz artık azalmaya başlamıştı. Okul tatil olduğu zaman ziyaretine gitmiştim. Bahçenin ortasına bir kulübe yapmışlar ve Serdar beni oraya götürmüştü. Ben,
-Hayırdır, burası nedir? dedim.
Annesi yaptırmış, sekiz ila dokuz metrekare civarında bir kulübeydi.
-Ben artık burada kalıyorum, annem beni birinci katta da oturtmuyor, ''burayı kiraya vereceğim'' diyor, dedi.
Evet, ne dediğinizi tahmin edebiliyorum! Kulübenin içini güzelce yerleştirmiş, kendine ait eşyaları döşeyerek orada hayatını sürdürüyordu.
Evet arkadaşlar, zaman böyle geçip giderken Serdar kendini geliştirmiş ve farklı illerde çalışmaya gitmiş. Telefonla görüşmelerimize ara sıra devam ediyorduk. Şimdi aşçılık belgesi almış ve usta aşçı olarak özel bir tatil köyünün özel yatında usta aşçı olarak çalışıyor. Askerliğini yaparak mutlu bir yuva kurdu.
Elinden bir tutanı olmamış, babasını hiç görmemiş ve böyle bir anneye sahip bir insan, bu zamanda kötü yollara ve ahlaksız işlere bulaşmadan, öyle bir yere nasıl gelebilir, artık gerisini siz düşünün. Annenizin, babanızın ve elinizde bulunan imkânlarınızın değerini bilin...