''gırtlağıma harfler takılır
gören beni
şair sanır
oysa
sadece
mürekkep benim acımı tanır!'' yine sensizlikle uyandım güne. güneş odamın tüm karanlığına galip gelse de içimdeki karanlığa bir zerre olsa dahi aydınlık sunamıyordu. geceden bir şeyler atıştırdığım içi yine sahursuz tutuyordum orucu. ağzım kupkuruydu. kızlarım benden mama istercesine bana bakıyordu. neyse uyanıp bir ıslak mama verdim. peşimi bıraktılar. sonra elimi yüzümü yıkayıp, üzerimi giyindim. işe hazırdım. çantamı topladım. evden çıktım. arabaya binmek için attığım her adım beni düzenin ne kadar preslediği gerçeğini yüzüme yumruk vurur gibi hissettiriyordu. neyse bindim arabaya ve sürmeye başladım. her zamanki yoldan biraz saptım. malum tarfikten kurtulmak lazım. yavaş yavaş gidiyordum. sonra camım çalındı. açtım. mendilci bir abladan gerek olmamasına karşın bir selpak aldım. ve gözüm saate ilişti. ve biraz gaza bastım. neyseki yetiştim. bilgisayarı açtım. rutin işlere başladım. ama ruhum işkence altındaymışçasına eziyet gördüğümü hissetim. molaya aldım. hava biraz soğuk ve yağmurluydu. belki rüzgar ciğerlerime iyi gelir düşüncesiyle hırkamı alıp çıktım. ne yazık ki puroda içemiyordum. içimde bir sıkıntı vardı. atamıyordum. telefona baktım. birini aramak istedim. rastgele. sanki bir olasılık hesabı yaptım. ilk okuldaki olasılık soruları gibi. ancak kimseyi aramadım. çünkü açmayacağına eminmişim gibi geri cebime koydum. o an aklıma sahte mutluluk pozlarını paylaşan insanlar geldi ve iğrendim bir kez daha yaşamaktan. neyse içeriye girdim. işimin başına döndüm. her zamanki gibi gözlerim bilgisayar ekranında raporlar ve maillerle boğuşmaya başladım. ve o an telefonum çaldı. hiç beklemediğim biriydi arayan. cevaplamakla meşgule atmak arasında gidip geldi. ve meşgule attım. kafamda çivi gibi yer etti bu durum. sonra ben aradım. açmadı. bende önemsemedim. neyse az kalmıştı işim. bitirip erken çıkmak için zorladım kendimi. ve sonunda bitti. çıktım. arabaya attım hemen kendimi. ceketimi ve hırkamı çıkarttım. araba sıcaktı biraz. sonra eve dönüş başladı. ve telefonum çaldı yine. aynı olasılık beynimde can buldu. ancak bu sefer açtım. trafikte normalde konuşmazdım. ama o an ihtiyacım varmış gibi eve varana kadar konuştuk. sonra telefondaki ses ''iyiki varsın'' dedi, ben ''tamam'' deyip kapattım. bir şeyler hazıladım. sonra bekledim. ve iftar saati. yemeğimi kızlarla yedim. karınları doyduktan sonra oynaşmaya başladılar. bende yürüyüşe çıktım. oturdum bir yerde kahve içip kitap okudum. yanımda ayırmadığım kağıt kaleme bir şeyler karaladım;
''düşünüyorum
o haldeyse varım
oysa ben
düşündükçe
acı çekiyor gibiyim
ve acı
beni bir kez daha
yalnız bırakmadığı için şükrettim.
çünkü
acısı kadar büyür insan
ve insan
büyüdükçe
daha çok acıya meyilli hale gelir çocuk!'' kendimi çalan müziğin ritmine bıraktım. ve düşlerim zihnimle sevişmeye başladı. bu izin verdim. hayal kurmanın verdiği o ekşimsi tada biraz maruz bıraktım kendimi. ve eve dönerken hala sevişiyordu düşlerim zihnimle. biraz gök yüzüne baktım sonra yürüdüğüm yola, karşıma bir salyongoz çıktı. o an hayatı perçinlediğimi hissettim. eve geçip kendimi uykuya dalmak için zorladım. sağ olsun kızlarımda yanımdaydı. sarıldım ve uyudum. ve hem gök yüzüne hem de yer yüzüne şunu söyledim; ''herkesleşmeyen herkese güzel düşler...''.