Oldukça keskin bir yanık kokusu sarmıştı tüm mutfağı, koşarak ocağın yanına gittim. Geç kalmıştım, bir kısmı çoktan yanmıştı. Yanmış parçaları kaşıkla çıkardım. Kalan helvayı kavurmaya devam ettim. Sağ elimle tahta kaşığı çevirirken sol elimle mutfak tezgahından destek aldım. Eğer sol elimi kullanmıyor olsaydım ayakta bile duramazdım. Helvanın kavrulduğuna emin olduğumda açık mavi servis tabaklarından iki tanesini çıkarttım. Tabaklardan birine helvayı koymaya başladım; elim titriyordu, tencereden tabağa götürdüğüm her kaşığın yarısı tezgaha döküyordum. Zar zor doldurduğum tabağı kenara ayırdım. Tam ikinci tabağa da uzanacaktım ki dirseğimi çarptığım tencere tepetaklak yere düştü. Şimdi bütün helva halının üstündeydi. Tencereyi yerden kaldırmak için eğildim.



Ellerim titreyerek çevirdim anahtarı, kapıyı yavaşça ittim. İşte karşımızdaydı, yeni evimiz, uzun yıllar kenara para atarak, e tabii malum bir miktar da kredi çekerek aldığımız evimiz. Şu an tam anlamıyla hazırdı. Anıl'a döndüm, o da benim gibi eve bakakalmıştı. Daldığında hep çok komik görünüyordu. Yerdeki çantaları alarak eve girdim. Çantaları kapının kenarına bıraktım, oturma odasına giderek odanın tüm camlarını açtım. Arkamı döndüğümde Anıl oradaydı, gülümseyerek yanıma geldi, sarıldı. ''Bu ev gerçekten bizim mi?'' dedi. ''Evet bizim, en azından krediyi ödeyemeyene kadar bizim.'' dedim gülerek. Birden suratı asıldı ve belime doladığı ellerini çekti.
— Hep bu kadar kötü düşünmek zorunda mısın, bütün neşem kaçtı.
— Ne yapabilirim?Aklıma hep en kötüsü geliyor.
— Ama bunu dile getirmek zorunda değilsin. İşin o kısmı sana kalıyor.
— Ne yani, seni üzmek mi istiyorum ben? Aklıma geliyor, söylüyorum işte.
Anıl devam ettirdiğimiz kısa ama can sıkıcı tartışmamızı yarıda keserek içeri gitti. Peşinden gitmek istedim ama yersiz onurum buna izin vermedi. Balkona çıktım, biraz etrafa göz gezdirdim. Havanın aşırı soğuk olması sebebiyle buzlanmış yollarda zar zor giden bir iki araba dışında dışarıda hiç kimse yoktu. Havayı umursamayarak mutfaktaki ahşap, katlanabilir sandalyelerden birini sürükleyerek balkona çıkardım. Sandalyeme oturdum, cebimden bir paket sigara ve çakmak çıkardım, sigaramı yaktım, bin kez bırakmaya yemin ettiğim sigaradan bir nefes çektim. İkinci nefesi çekmeden söndürdüm. Yeni evimizdeki ilk günümüzde Anıl'dan ayrı oturmak istemediğime karar verdim ve balkondan çıktım. Mahcup bir şekilde Anıl'ın bulunduğu odaya doğru ilerledim, kapıyı yavaşça açtım. Daha çarşafını bile seremediğimiz yatağımıza plaj havlularından birini sermiş, yatıyordu. Arkası dönüktü. Kapının kenarına açtığı valizden diğer plaj havlusunu çıkardım, ve yanına serdim. Ben de yanına uzandım, sarıldım. ''Özür dilerim. Barışalım lütfen, bu günü böyle hatırlamak istemiyorum.'' dedim. Elimi sıkı sıkı tuttu, hiçbir şey demedi. Beni affetiğine emin olarak gözlerimi kapadım.



Yerdeki helva parçalarını elimle tencereye doğru süpürdüm. Büyük bir kısmı tencerenin içindeydi. Küçük parçalar ise halıya yapıştılar, elimle süpürdükçe daha da halının içine doğru girdiler. Pes ettim, zaten istekli de değildim. Ayağa kalktım ve ocağın başına geçtim. Çay kaynamak üzereydi. Altını kıstım, bardaklara uzandım, altı tane çay bardağı çıkardım. Her birini çok dikkatli bir şekilde doldurdum. Ellerimin titreyeceğini biliyordum bu yüzden, neredeyse her bardağı yarım doldurmuştum. Ve tabii ki bardağa gelmesi gereken çayın büyük bir kısmı mutfak tezgahındaydı. Çaydanlığı kısık ateşte yanmaya devam eden ocağa geri koydum. Çay tabaklarını almak için ocağın başından ayrıldım. Dolaptan aldığım altı çay tabağını tek elimle aldım, diğer elimle ile dolabı kapattım. Ocağa doğru giderken gözüm yerdeki helva tenceresine çarptı. Halıdan çıkmayan helva parçaları uzaktan daha da çirkin görünüyordu. Tencere ise hala yerdeydi.


Karnımdan gelen gurultu, beni kabus görmüşcesine sıçrattı. Kendime güldüm, Anıl hala uyuyordu. Uykusu çok derindi. Yanında top patlasa duymaz derler ya, o cinsten. Hafifçe omuzuna dokundum. ''Tatlım istersen bir dakika kalk çarşafı sereyim, daha rahat yatarsın.'' dedim. Gözlerini zar zor açarak. Bana baktı, ''Çok açım,'' dedi, ardından gözlerini tekrar kapattı. Güldüm bu haline, yataktan kalktım, telefonumu elime aldığımda fark ettim ki biz sandığım gibi bir iki saat değil neredeyse altı saat uyumuştuk. Saat 2.45'ti. Öfleyerek yatağa attım kendimi, çıkardığım sesten uyanan Anıl korkuyla suratıma baktı, ''Noldu?'' dedi telaşla. ''Saat 3 olmuş.'' dedim. Gözleri daha da açıldı, bir umutla ''Açık market yok mudur?'' dedi. ''Sanmıyorum.'' dedim. Suratını, aynı benim kendimi yatağa attığım gibi atarak yastığa gömdü. Ne yiyebileceğimizi düşünürken aklıma bugün eve gelirken iki sokak ötede gördüğüm kokoreç dükkanı geldi. Heyecanla bunu Anıl'a anlattım ve gidip orada yiyebileceğimizi söyledim. Ama aynı heyecanı onda göremedim. Ayağa kalktı.
— Bu soğukta dışarı çıkmayı hiç istemiyorum.
— Yani başka bi' alternatifimiz var mı ki?
— İlk gelişimizde makarna ve ıvır zıvır bir şeyler almamış mıydık? Makarna yapamaz mıyız?
— Almıştık, malzeme var da, mutfak eşyaları yok ki... kolideler, o koliler de yarın gelecek olan kamyonda. Neyde yapacağız makarnayı?
— Doğru. Ayrıca o bahsettiğin kokoreççiyi ben de gördüm öyle anlattığını gibi bir yer değil orası, zaten hava soğuk orada oturup perişan etmeyelim kendimizi en azından, hatta sen kal evde ben hemen alıp gelirim.
— Tamamdır, süper fikir.
Dışarı çıkmayacak olmanın verdiği sevinci gizleyemeyerek gülümsedim. Elimi yüzümü yıkamak için odadan çıktım. Koridorda daha önce fark etmediğim bir boya hatası gördüm, canımı sıktı, derken bu aklıma eski bir hatırayı getirdi. Hızlı adımlarla mutfağa yöneldim. Alt dolaplardan birini açtım, içerisinde bir tencere vardı. İki ay önce evi ilk tuttuğumuzda tüm evi boyatmıştık. O kadar maliyetli olmuştu ki eve anca bu ay taşınabildik. Bu sebeple aklımdan tamamen çıkmış. Bu tencere de ustalara yaptığımız yemekten kalma bir tencereydi. Anıl'ın soğukta dışarı çıkmak istemediği gibi ben de makarna yemek istemiyor gibiydim, Anıl seslendi.
— Ben çıkıyorum hayatım, var mı başka bir isteğin?
Tencerenin bulunduğu dolabı panikle kapattım, hızla Anıl'a dönerek,
— Başka bir şeye ihtiyaç yok sevgilim.
Anıl uzun uzun bana baktı. Gülümsedi, ''çok güzelsin,'' dedi. Kendimi tutamayarak ben de gülümsedim. ''Sen daha güzelsin.'' dedim. Yanıma geldi, yanağımdan öptü, ben de onu öptüm. Kapıya yöneldi, ayakkabılarını giydi. Evden çıktı.


Anıl o gece buzlanma sebebiyle yaşanan trafik kazasında hayatını kaybetti.


Anıl bir daha eve dönemedi.


Tabakları çayların yanına götürdüm. Her birini tek tek yerleştirdim; altı çay tabağı, altı çay bardağı, bardakları yavaşça tepsiye yerleştirdim. Bir elimle tepsiyi, bir elimle doldurabildiğim tek helva tabağını kaldırdım. Bir adım attıktan sonra yapamayacağımı anladım. Ve kalan son gücümle çay tepsisini tezgaha geri koydum. Altı bardaktan ikisi devrilmişti, helva tabağını iki elimle birden sıkıca tuttum, mutfaktan çıktım ağır adımlarla. Oturma odasına geçtim. Tüm camlar açıktı, girer girmez koltuklarda oturan altı kadından beşi bana döndü, Anıl'ın annesine doğru yürüdüm. Yavaşça eğilerek sehpanın karşısına bulunduğum yere diz çöktüm. Serap teyzenin gözleri kıpkırmızı olmuştu. Önündeki sehpaya helva tabağını koydum. Önce helvaya, sonra bana baktı. Gözlerimiz buluştuğunda ağzımı açtım.

— Özür dilerim.


(Tema fotoğrafı: Egon Schiele - ''Yas Tutan Kadın'' Resmi)