yaşamak ne için ağzımı kanattı

tutkularım bir bir canavara dönüştüğünde

dizlerimin kiremit kokusu geçmiş, 

sokaklarda amfetamin satan tüm serseriler yaşlanmış,

ve o kalabalık kahvelerde kimseler kalmamışken

ben yağmurun altında şemsiyeyi cebimden çıkaramadım. 


umut ne için boğazımda septik etkiler yarattı

kuruntularım bir bir devletlerimi çürüttüğünde

şairliğimin yanık kokusu geçmiş,

mecmualar kurulmuş, mecmualar kapanmış,

ve o inandığım ölüm, kılıksız bir cine dönüşmüşken

medreselerde nutuklar atıldığında, hiçbir davaya inanamadım.


yazmak, ne için elimi elem bir ısırıkla nedeme uzattı.

zihnim ateşten yetmiş bin dağa devrildiğinde 

pazarlarda pembe hevesler satılmaya başlamış,

roma düşmüş, helios horasan’a küsmüş 

ve o tinini doğurduğum gece, beni bozguna uğratmışken

hüznün baş yazıcılığına idamlar kurulduğunda 

kağıdın ve kalemin ahını omzumdan atamadım.


sevda, ne için beni cengaver bir askere tahvil etti.

nöbet kulübemi kilometrelerce uzağa çaktıklarında

meydanlarda cenk etmek bana düşmüş

avrupa hayal edilmiş

anadolu beşiğinin bir ayağına gazete sıkıştırılmış

ve o kılıcını kuşandığım hasret, rütbesini göğsüme doğrultmuşken

şehrimin kalelerinde bir bir bayraklar çekildiğinde

silahımı kınından çıkaramadım.


evet, insanlık bir insan ömrüne ancak tekabül edebilirken 

güllerim, günlerim, dinlerim ve dillerim

beni bilimin ve şarabın kucağına attığında

sırtımı bir incir ağacını ayakta tutarken gördüm.