İlk başlarda önceden de okuduğum röportajlardan farklı bir röportaj olacağını hem dersten öğrendiklerimle hem de söz konusu büyük bir yazardan bahsedildiğini görünce içtenlikle okuyacağımı belirtmek istedim. Yaşar Kemal’i İnce Memed kitabından tanısam da eserlerini daha yakın zamanda okumaya başladım ve eserlerinde güzel, uzun paragraflarla sanki anlatımında bulunduğu ambiyansta yaşıyorum hissinde bulunuyordum. Röportajda da olduğu gibi basmakalıp bir anlatım değil de konuşmanın vermiş olduğu sadelikle okumakta daha bir zevk almaya başladım. Anlatımında hem anlatıcı bakışla hem de kahraman bakış açısıyla okumaya benim açımdan daha bir merakla okumaya devam ettim. Anlatıda kesin bir perspektifle, soru-cevapla anlatıma dair bir kısım bile yoktu (sorulan sorularda duyguyu barındırırken hem de cevaplarda da duyguyu da barındırması da röportajda alışık bir durum değildi.) Röportajı okumaya başlarken de yangınları kimin çıkardığını bilmek istiyordum. Okudukça kimin değil de kimlerin çıkardığını, ormanları yok etmekle ellerine geçtiğini düşünmeden de edemiyordum. Dünya’da canlı varlıkların içinde ağaçların çok büyük öneme sahip olduklarını düşünüyorum. Ağaçların ne kadar yakılması ya da niçin yakılması değil de ağaçlara sahip çıkan insanların da bu durumda haksızlığa sürüklenmesi aslında köylülerin arasındaki menfaat uyuşmazlığı, herkesin yaşantısının vermiş olduğu uyumsuzluğu gösteriyor. Röportajın diliyle de bu hususların zor anlatıldığı da pek söz konusu değil. Anlatımını betimlemelerle süsleyen Yaşar Kemal bir de dilini ayırt etmeden kullanmış, konuşma dilini de yazı diline dökmüş. “Dağların Onmazları!..” kısmındaki Abdi Ağa’nın söylediklerini olduğu gibi yazdığı için de aslında artık bu röportaj yapmaktan çıktığını resmen köylünün derdini dinlemeye gittiğini düşündüm. Ayrıca Abdi Ağa’nın söyledikleri günümüz şartlarında da bulunuyor. (syf. 116) Kitapta yapılan anket, bildiğimiz anket değil ya… Anket dediğin evet ya da hayırlarla dolu ve önem verilmeden doldurulmuş olan (günümüzde bu durum söz konusu) ve kitaptaki anketi okurken anket değil de sanki bir romanda karakterlerin anlatıldığı paragrafı okuyorum. Bana göre, okudukça aslında insanın içinde bir merak uyandırmadan bu kitabı bitirmek imkansıza denk olduğunu düşünüyorum. Anketten sonra fark ettim ki köylüler ağaçları hatta ormanları geçim sıkıntısının vermiş olduğu yoksulluktan dolayı yakıyor. Çaresizliğin vermiş olduğu nasıl geçiniriz sorusuna başka bir çözüm bulamadıklarından ötürü aslında. Üzücü bir durum ve belki de bu röportajda bu kısımlar verilmeden işte orman yangınları yapanların köylüler olduğunu yazılıp oradan gidilecekti ama Yaşar Kemal röportajın başından beri yangınlara sebep olanları, bu sonuçları neyin doğurduğunu araştırmasıyla, yazmasıyla bildiğimiz röportajın dışına çıktığını gördüm. Röportajın birçok bölümünde köylülerin geçim derdini, amaçlarının ellerine geçecek tarlalarla karınlarını doyurmak olduğunu, ya ağaçları yakacaklarını ya da aç ölüp gideceklerini, bu durumların vermiş olduğu çaresizliği bu durumda olan insanlar anlar. Şu an ne kadar olaya seyirciysem, sadece görülen kısmıyla anlasam da; daha fazla anlaşılması lazım olan durumu Yaşar Kemal’in anlatımını sadece röportaj olarak geçirileceğini düşünmüyorum. Şehirde doğmuş büyümüş birisiyim, akranlarımın köylerde nasıl hayatlarını devam ettirdiklerini ailemden ya da akrabalardan duyuyorum. Tabii ki de geçimlerini nereden geçirdiklerini ne kadar bilsem de o anı bir kere yaşamadıktan sonra neyi bilsem faydası var… Ayrıca Yaşar Kemal’in edebi gazeteciliğiyle anlatımına bakılırsa bir köy yaşamını merak etmedim desem yalan olur…
F.İ.