Anlatıyorum yazgımı

Ezelden beri yalnız bir kaya yahut çakıl taşı

Nasıl dertlenirse öyle benim dertlerim:

Hafif ve sessiz hatta belli belirsiz...

Rüyalardan bir demet günümün yirmi dört saati. 


Gelip geçici hisler üzerinde durmakta isteksiz bir avcı,

Anlatabilir dilim dönmediği yerlerdeki hareketlerimin sebebini.

Acı nasıl çekilir, var mı zehrin çaresi?

Boynu kopan serçeye nasıl ağıt yakılır? 


Karşınızda 

Düz yazamayan, dünü yaşamayan, içinden de atamayan;

Asla geri adımlamayan başı dik bir serseri. 


Ve o

Çok cinayet işlemiş, yaralı zavallı kalpler.

Pembe renklerinin tozunu almakla görevli bir hizmetçi.

Ne olduğu belirsiz; bey mi, uşak mı yoksa yabancı mı?

Bin bir çeşidin iki bini içinde saklı

Asla açılmaması gereken bir kutu işte. 


Tanrı bazılarını böyle yaratır.

Daima, var olmayanların acısını derinden çekerler.

Önceki ömürlerinden birer hatıra gibi.

Onlardanım ben de, en dipte ve en yüksekte.

Başınızı eğerseniz göremeyeceğiniz, üstünüzden gölgesi geçen

Türü belirsiz bir kuşum. 


Anlatıyorum yazgımı

Kimse sormuyor nereden biliyorsun, diye.

Sadece dinlemeye alışmış kulakların alışılagelmiş zaafı.

Şarkı söylüyormuşum gibi geliyor, önemsiz ve ezgili.

İçinizdeki çocukları uyutasınız diye kullanırsınız sözlerimi.

İşte bundan doğuyor hatalar, uyanıyor çocuklar. 

Onlar ağladığında, içimde kıpırdıyor bir şeyler.

Fazla dramatik bu türkünün son nakaratında

Canavarlaşıyor azizler ve kirleniyor tüm gelinler.